BU ÇALIŞMA HAKKINDA BİRKAÇ SÖZ...

Bu kitapları internete koymanın yasal olarak doğru olmadığını biliyoruz. Yayınevlerinden gelecek her türlü eleştiriyi ve kınamayı büyük bir saygıyla üzerimize alıyoruz. Ama bütün bunlara rağmen yoğun bir emek harcayarak ortaya çıkardığımız bu çalışmayı internet yoluyla paylaştığımız için pişman değiliz ve elimizden geldiğince bu paylaşımları yapmaya devam edeceğiz.

Şunun bilinmesini istiyoruz ki, biz kitapları değil, bilgiyi paylaşıyoruz. Ve bilgi sahiplenilemeyecek kadar evrensel olduğu için, yayınevlerine ait olmayan, hiç kimseye ait olmayan, dolayısıyla bize de ait olmayan bilgiyi, ve bilgiler arasından da yalnızca gerçek bilgiyi, ücretsiz olarak paylaşmaya devam edeceğiz.

Bu paylaşımda emeği geçen herkese ve özellikle Spiritüel Kitaplık Grubu'na sonsuz teşekkür ederiz. (http://spirituelkitaplik.blogspot.com)

Bu blog size Osho'dan gelen anlamlı bir hediyedir.

Okurken keyifli anlar geçirmeniz dileğiyle...


Doğunun en büyük düşünürü...
O S H O
Hiç doğmadı, hiç ölmedi.
Sadece dünya denen bu gezegeni,
1931-1990 yılları arasında ziyaret etti.
Mezar taşında sadece bu 2 cümle yazıyor. 59 yıllık bir misafirimizdi.

Tanıma fırsatı bulamadı birçoğumuz tanıyanlar çok sevdi. ama bi hayranlık değildi bu. saf sevgiydi. özlemdi. yenilikti. mutluluktu. sevenlerin bazıları yanlış anladı oshoyu. din kurdular adına. tarikatlar açıp kurallar belirlediler. aslında en büyük öğretisi hiçbir kurala bağlı kalmamaktı. hayatı hepimizden çok farklı yaşadı. emin olduklarımızı yıktı. sayesinde farkında olmadan yaşayabileceğimiz tüm tatlı mahkumiyetlerimizi elimizden aldı. kimileri ona mistik provakatör diyordu.kimileri basitçe felsefeci.. üniversitede profesörlük de yaptı sokaklarda serseri hayatı da yaşadı. ve hepsini sadece kendi istediği için yaptı. kimse onu bişey yapması için zorlayamazdı. bu yüzden yaptığı her şeyde haklıydı. kimse onunla tartışmaya girmek istemezdi. kaybedeceklerinden eminlerdi. cesurdu. çocukken bile cesurdu. babası uzun saçı için ona kızdığında gözünü kırpmadan saçlarını kazıttı ki hindistanda bir çocuğun saçını kazıtması babasını kaybettiği anlamına gelirdi. sürekli ağaçlara tırmanıp düşerdi. annesi yırtıklarını yamalamak stediğinde reddetti. bu fakir bir görüntü oluşturacaktı ama eğer yırtıklarla giymeye devam ederse herkes onun ağaçtan yeni düştüğünü zannedecekti. doğru olduğundan emin olduğu konularda tüm şehri, tüm ülkeyi karşısına alabilecek kadar yürekliydi. üniversiteye cüppeyle gelmeye başladığı gün rektör onu odasına çağırdı ve eski kıyafetlerine geri dönmesini istedi. ama o karşı çıkılırsa cüppesini de çıkararak okula geleceğini söyledi. hindistanda , yaşadığı dönemde kız çocuklarla erkek çocukların aynı sırada oturması pek görünen bişey değildi. ama o .. bu sefer hikayeyi onun ağzından dinleyelim :

ÜNİVERSİTEDE ÖĞRETMEN OLDUĞUMDA, DEDİM Kİ, "Ben kime ders vereceğim? Bu masalara ve sandalyelere mi? Bu nasıl bir saçmalık? Size bu şekilde oturmanızı kim söyledi? Birbirinize karışın ve önüme gelin”
Böyle dedim; çünkü sınıfa girdiğimde kızların bir köşede oturduğunu, önümde dört beş boş sıra olduğunu, oğlanların diğer köşede oturduğunu gördüm.
Tereddüt ettiler. Bir öğretmenin onlara karışmalarını söylediğini hiç duymamışlardı. Dedim ki, "Hemen karışın; aksi halde rektör yardımcısına son derece doğaya aykırı, gayrı-psikolojik bir şeyin olduğunu raporlayacağım”

Yavaş yavaş, tereddütle... Dedim ki, "Tereddüt etmeyin! Yerinizden kıpırdayın ve karışın. Benim sınıfımda ayrı oturamazsınız. Ve bir kıza dokunmaya çalışmanız ya da kızın gömleğini çekiştirmeye çalışması umurumda bile değil; doğal olan her şeyi kabul ederim. Bu yüzden orada donmuş, küçülmüş bir halde oturmanızı istemiyorum. Benim sınıfımda olmayacak bu. Birlikte olmaktan keyif alın. Birbirinize notlar, taşlar, mektuplar attığınızı biliyorum. Buna gerek yok. Gidip yanına oturun, mektubu ya da ne istiyorsanız onu kıza verin çünkü aslında hepiniz cinsel açıdan olgunsunuz; bir şey yapmalısınız. Ve felsefe okuduğunuza göre kesinlikle delisiniz! Bu felsefe okuma zamanı mı? Bu dışarı çıkıp sevişme zamanı. Felsefe başka bir şey yapamadığınız, ihtiyarlık içindir, o zaman felsefe okuyabilirsiniz”

Hepsi çok korktu. Yavaş yavaş gevşediler ama diğer sınıflar onları kıskanmaya başladı. Diğer profesörler rektör yardımcısına rapor vermeye başladılar, "Bu adam tehlikeli. Kızlarla oğlanların hepimizin yasakladığı şeyler yapmasına izin veriyor. Onların iletişime geçmesini engellemek yerine onlara yardım ediyor! Diyor ki, 'Aşk mektubu yazmayı bilmiyorsanız bana gelin. Ben size öğretirim. Felsefe ikincildir -fazla değildir. İki senelik dersi altı ayda bitiririz. Kalan bir buçuk senede zevk alır, dans eder, şarkı söyleriz. Endişelenmeyin.'"

Sonunda rektör yardımcısı beni çağırmak zorunda kaldı ve şöyle dedi, "Bütün olan biteni duydum. Ne diyorsun?"

Dedim ki, "Üniversitede öğrenci olmuş olmalısın”

"Evet” dedi. "Oldum. Aksi halde nasıl rektör yardımcısı olabilirdim?"

Dedim ki, "O zaman biraz geri dön ve kızların uzakta, senin uzakta oturduğun günleri hatırla. Kafandan ne geçiyordu?"

"Çok tuhaf bir adama benziyorsun” dedi. "Gelmeni istedim çünkü bir şey hakkında bilgi almak istiyordum”

Dedim ki, "Bunu daha sonra ele alırız. İlk önce sorumu yanıtla. Ve dürüst ol; aksi halde yarın tüm üniversitenin, tüm profesörlerin ve öğrencilerin önünde sana açık açık meydan okurum. Konuyu tartışırız ve onların oy vermesine izin veririz”

Dedi ki, "Heyecanlanma. Belki haklısın. Hatırlıyorum. Artık yaşlı bir adamım ve umarım bunu kimseye söylemezsin - kızları düşünürdüm. Profesörü dinlemezdim, profesörü kimse dinlemezdi. Kızlar notlar fırlatıyordu, biz notlar fırlatıyorduk, mektuplar alınıp verilirdi”

"O zaman” dedim, "Gidebilir miyim?"

"Elbette” dedi. "Git ve ne yapmak istiyorsan yap. Seninle herkesin önünde karşılaşmak istemiyorum, kazanacağını biliyorum. Haklısın. Ama ben zavallı bir adamım; görevimi yerine getirmem gerek. Böyle bir şey yapacak olursan hükümet beni bu rektör yardımcılığından atar”

Dedim ki, "Rektör yardımcılığı benim umurumda değil. Sen rektör yardımcısı kal ama unutma: Bir daha beni asla çağırma. Pek çok şikâyet gelecektir ama şu anda sana açıkça söylüyorum, her seferinde ben haklı olacağım”

"Anladım” dedi.

Sonra öğrenciler -benim dersimi almayan kız ve oğlanlar bana sormaya başladılar, "Biz de gelebilir miyiz?"

Dedim ki, "Felsefe hiç bu kadar merak uyandırmamıştı. Gelin! Herkes gelebilir. Ben hiç yoklama almam. Her ay, yoklama defteri gidecekken, öylesine doldururum -yok, var, yok, var. Yalnızca herkesin derslerin yüzde yetmiş beşinden fazlasına girmiş görünmesine dikkat ederim, böylece sınava girebilirler. Umurumda değil. Bu yüzden gelebilirsin”

Sınıflarım tıka basa doldu. İnsanlar pencerelerde oturuyordu. Ve aslında hepsinin başka sınıfta olması gerekiyordu.

Sonra yine şikâyetler gelmeye başladı ve rektör yardımcısı dedi ki, "Bu adam hakkında şikâyet getirmeyin. İnsanlar dersine gelmiyorsa bu sizin sorununuz. Ben ne yapabilirim? Onu tercih ediyorlarsa, o ne yapabilir? Ve onlar felsefe öğrencisi değil ama sizin tarih, ekonomi, politika derslerine gelmek istemiyorlar. Ben ne yapabilirim? Ve o adam bana meydan okudu: 'Bir daha asla beni çağırma, yoksa herkesin önünde karşı karşıya geliriz.'"

Ama her bölümden o kadar çok şikâyet geldi ki, sonunda o geldi. Beni çağırmamasının daha iyi olacağını biliyordu; sınıfıma gelmek zorunda kaldı. Gördüklerine inanamadı.

Felsefede pek az öğrenci olur çünkü felsefe para kazandıran bir konu değildir. Ama sınıf tıka basa doluydu; onun girebilmesi için bile yer yoktu. Onun öğrencilerle birlikte kapının arkasında durduğunu gördüm. Öğrencilere dedim ki, "Rektör yardımcısının içeri girmesine izin verin. Bırakın o da burada gerçekleşen sahnenin tadını çıkarsın”

İçeri girdi. Gözlerine inanamıyordu, kızlar, oğlanlar hep birlikte oturuyordu ve neşeyle beni dinliyordu. Tek bir rahatsızlık yoktu çünkü rahatsızlıkları kökünden önlemişti. Artık her oğlan kız arkadaşının yanında oturuyordu; taş, mektup atmalarına gerek yoktu. İhtiyaç yoktu.

Dedi ki, "Böyle kalabalık bir sınıfta iğne atsan işitilecek bir sessizlik olmasına inanamıyorum”

Dedim ki, "Öyle olmak zorunda çünkü baskı yok. Öğrencilere gitmek isterlerse benden izin almalarına gerek olmadığını, çıkıp gidebileceklerini söyledim; içeri girmek istediklerinde de giriyorlar. İzin almalarına gerek olmuyor. Burada olup olmamaları beni ilgilendirmez. Ben ders vermekten zevk alıyorum. Ders vermeye devam edeceğim -burada oturmak istiyorsan otur; aksi halde kaybol. Ama kimse gitmiyor”

Rektör yardımcısı şöyle dedi, "Bu her sınıfta olmalı. Ama ben senin gibi güçlü bir adam değilim; hükümete böyle olması gerektiğini söyleyemem”

cesaret korkusuzluk değildi ona göre , korkuya rağmen adım atabilmekti. bana biçok şey kattı osho. hayatı olduğundan daha farklı yaşayabilme gücü verdi. bakış açısı verdi.sevgi verdi.gerçek sevginin ne olduğunu öğretti.ona göre sevgi içinde kıskançlık olmadığı, sahip çıkmak olmadığı zaman sevgiydi. tanrının sevgisi de bu şekilde değilmiydi ?

arkasında hiçbişey bırakmadan gitti. ne bir kitap ne bir günlük. onu günümüze taşıyan tek şey konuşma kayıtları ve mektuplara verdiği cevaplardı. sevenleri bu kaynakları topladı , konularına göre düzenledi ve kitaplar oluşturdu.

Mutluluk senin bulunduğun yerdedir; sen neredeysen mutluluk oradadır. O seni çevreler, doğal bir olgudur. O tıpkı hava gibidir, tıpkı gökyüzü gibidir. Mutluluk aranmamalıdır, o evrenin yapıldığı şeyin ta kendisidir...