SIRADANLIK

Aydınlanmak, bir Buda olmak en sıradan olgudur. 'Sıradan' derken bu böyle olmak zorundadır demek istiyorum. Şayet o son derece sıra dışı görünüyorsa bu senin yüzündendir çünkü sen çok sayıda engel yaratırsın ve onları seversin.

Önce engeli yaratırsın ve sonra da onu aşmaya çalışırsın. Ve sonra da çok sevinirsin. En başta bir engel yoktu. Ancak senin egon iyi hissedecektir; en yakındaki noktaya, en yakın olana ulaşmak için uzun bir rota yaratabilirsin. Ve onu asla kaybetmemiştin.

O nedenle gizemli bir şeyler arama. Sadece basit ve masum ol. Ve o zaman tüm varoluş sana açılır. Delirmeyeceksin, bu kadar yakında olan ama erişemediğin gibi bir saçmalığın tamamına basitçe gülebilirsin, bir engel yoktu. Bir anlamda o hep senin içindeydi. Sürekli olarak onu ıskalamış olman bir mucizeydi.

Şayet boşluk gerçekse, her şey oradaysa, bütünüyle gerçeklik sana açılacaktır. Tam şimdi kapalı olduğundan değil o açıktır, sensin kapalı olan. Senin zihnin meşguldür. Zihnin boş olduğunda, meşgul olmadığında ona açılacaksın ve bir buluşma olacak. Ve o zaman her şey bütün sıradanlığıyla güzeldir.

Bu yüzden bilen bir kişinin kesinlikle sıradan hale geldiği söylenir. O gerçeklikle birdir. Özel olmak için yanıp tutuşmak egonun yoludur. Ve egonun tüm yöntemleri sen ve gerçek arasında boşluk ve mesafe yaratır.

Boş ol ve her şey senin başına gelmiştir.

Ancak özel hiçbir şey bekleme. Nirvana özel bir şey değildir. Bunu söylediğimde senin zihnine ne oluyor? "Nirvana özel bir şey değildir" dediğimde, ne hissediyorsun? Nasıl hissediyorsun? Biraz hayal kırıklığına uğramış hissediyorsun. Zihinde şu soru ortaya çıkıyor olmalı; o zaman mücadele niye? O zaman niçin herhangi bir çaba sarf etmeli? O zaman niçin meditasyon yapmalı? O zaman neden bu teknikler var?

Bu zihne bak, problem bu zihindir. Zihin özel bir şey ister. Ve bu arzu yüzünden zihin sürekli özel şeyler yaratmaya devam eder. Gerçekte özel olan hiçbir şey yoktur. Ya gerçekliğin tümü özeldir ya da hiçbir şey özel değildir.

Bu arzu yüzünden zihin cennetler yaratmıştır. Ve o bir tanesiyle tatmin olmaz, pek çoğunu yaratmaya devam eder. Hıristiyanların bir tane cenneti vardır, Hinduların yedi tane. Pek çok iyi insan olduğu için bir hiyerarşi olmalı. Üstün iyiler nereye gitmeliler? Bunun bir sonu yoktur. Ve Buda'nın zamanında yedi yüz tane cennet olduğuna inanan bir mezhep vardı. Egoyu yerleştirmek zorundasın: En yüksek ego en yüksek cennete gitmek zorundadır.

Hepimizin yaptığı şey budur. Bizim sonunda sahip olduğumuz özel bir kavram vardır ve bu özel için ilerlemeye devam ederiz. Fakat hatırla. Bu özel yüzünden hiçbir yere ilerlemiyorsun, arzular içinde ilerliyorsun. Ve arzu içinde hareket etmek bir gelişme değildir, o döngüseldir.

Eğer hâlâ meditasyon yapabilirsen —özel hiçbir şeyin olmayacağını, sadece sıradan gerçeklikle bir uzlaşmaya varacağını, sıradan gerçeklikle uyumlu olacağını bilerek— şayet bu zihinle meditasyon yapabilirsen o zaman aydınlanma tam şu an mümkündür.

Ancak bu zihinle meditasyon yapmayı canın istemeyecektir. "Şayet özel hiçbir şey olmayacaksa her şeyi bırak" diyeceksin, insanlar bana gelir şöyle der, "Üç aydır meditasyon yapıyorum ve henüz hiçbir şey olmadı." Bir arzu...ve bu arzu engeldir. Eğer arzu olmasa tek bir anda gerçekleşebilir.

Bu yüzden gizemli olanı arzulama. Gerçekten hiçbir şey arzulama. Olduğu haliyle gerçeklik ile sadece rahatla, yuvada hisset.

Sıradan ol; sıradan olmak harikadır. Çünkü o zaman bir gerginlik, bir korku yoktur. Sıradan olmak çok gizemlidir. Çünkü o çok basittir.

Bana göre meditasyon bir oyundur, bir oyun oynamaktır; o bir iş değildir. Ancak senin için o iş olmaya devam eder; sen iş terimleriyle düşünürsün. İş ve oyun arasındaki farkı anlamak iyi olacaktır.

İş sonuç odaklıdır, kendi içinde yeterli değildir. O bir yere, bir mutluluğa, bir hedefe, bir sona götürmek zorundadır. O bir köprüdür, bir araçtır. Kendi içinde o anlamsızdır. Anlam hedefin içinde gizlidir.

Oyun bütünüyle farklıdır. Onun bir hedefi yoktur. Ya da onun kendisi bir hedeftir. Mutluluk onun ötesinde, onun dışında değildir; onun içinde olmak mutluluktur. Onun dışında olmak sana hiçbir mutluluk vermeyecektir. Onun ötesinde bir anlam yoktur; olan tüm şey içseldir, içkindir. Sen herhangi bir sebep yüzünden değil tam şu an ondan keyif aldığın için oynarsın. Bu amaçsızdır.

Bu yüzden sadece çocuklar gerçekten oynayabilir. Büyüdükçe daha az oyun oynayabilir hale gelirsin. Daha çok ve daha çok amaç yüzünden, daha çok ve daha çok niye oynamalıyım diye sorarsın. Daha çok ve daha çok sonuç odaklı hale gelirsin: Onun aracılığıyla bir şey elde edilmelidir, kendi içinde onun bir anlamı yoktur. İçinde var olan değer senin için anlamını yitirir. Sadece çocuklar oynayabilir çünkü onlar geleceği düşünmez. Onlar zamansız bir şekilde buradadır.

İş zamandır; oyun zamansızlıktır. Meditasyon sonuç odaklı değil oyun gibi olmalıdır. Bir şey elde etmek için meditasyon yapmamalısın çünkü o zaman olayın özü kaybolur. Şayet bir şey için meditasyon yapıyorsan meditasyon bile yapamazsın. Sadece onunla oynarsan, ondan keyif alırsan, ondan hiçbir şey elde edilmezse, şayet kendi içinde o güzelse meditasyon yapabilirsin. Meditasyon uğruna meditasyon...o zaman o zamansız hale gelir ve o zaman ego ortaya çıkamaz.

Arzu olmadan kendini geleceğe yansıtamazsın, arzu olmadan beklentileri başlatamazsın. Ve arzu olmadan asla hayal kırıklığı yaşayamazsın. Arzu olmadığında zaman gerçekten kaybolur: Sen bir anlık sonsuzluktan diğer anlık sonsuzluğa hareket edersin. Sıra yoktur...ve o zaman asla niçin özel bir şey olmuyor diye sormayacaksın.

Benim için, henüz ben gizemin ne olduğunu bilmiyorum. Oyunun kendisi gizemdir; zamansız olmak, zamansız, arzusuz olmak gizemdir. Ve sıradan olmak, eğer kullanmamın bir mahsuru yoksa 'hedeftir.' Sıradan olmak hedeftir.

Eğer sıradan olabilirsen özgürleşirsin, o zaman senin için hiçbir sansara yoktur, senin için dünya yoktur.

Bu dünyanın tümü sıra dışı olmak için bir mücadeledir. Bazıları onu politikada dener, bazıları ekonomide dener, bazıları dinde dener. Ancak tutku aynı kalır.



Masumiyet nedir? Masum olmak basit bir hayat yaşamayı gerektirir mi?

Masumiyet düşüncenin olmadığı bir farkındalık halidir. O zihinsizliğin diğer adıdır. O Budalığın özüdür. Sen doğanın nihai kanunuyla ahenkli hale gelirsin. Savaşmayı bırakıp onunla birlikte akmaya başlarsın.

Kurnaz zihin savaşır çünkü savaş aracılığıyla ego ortaya çıkar. Ve kurnaz zihin sadece ego etrafında var olabilir. Onlar sadece birlikte olabilirler, onlar ayrılamaz. Şayet ego yok olursa kurnaz zihin kaybolur ve geride kalan şey masumiyettir. Şayet hayatla kavgalıysan, şayet akıntıya karşı gidiyorsan, doğal, kendiliğinden değilsen, şayet şimdide değil geçmişte yaşıyorsan masum değilsin.

Geçmişe göre yaşamak sorumsuz bir hayat yaşamaktır. O tepkinin hayatıdır. Durumun ne olduğunu görmezsin basitçe eski çözümlerini tekrar eder durursun ve problemler her gün her an yenidir. Hayat değişmeye devam eder ve zihin hareketsiz kalır. Tüm problem budur: Zihin hareketsiz bir mekanizma olarak kalır ve hayat sürekli bir akıştır. Bu yüzden de hayat ve zihin arasında bir buluşma olamaz.

Şayet zihinle özdeşleşmiş kalırsan neredeyse ölü olarak kalacaksın. Varoluşu kaplayan coşkudan hiçbir pay alamayacaksın. Sürekli devam eden kutlamada bir katılımcı olmayacaksın: Kuşlar şarkı söylüyor, ağaçlar dans ediyor, nehirler akıyor. Sen de bu bütünün bir parçası olmalıydın.

Sen ayrı olmak istersin, kendinin diğerlerinden yüksek, diğerlerinden üstün olduğunu kanıtlamak istersin. O zaman sahtekâr olursun. Sadece sahtekârlık yaparak üstün olduğunu kanıtlayabilirsin. O bir hayaldir, o sahtedir çünkü varoluşta üstün olan kimse yoktur ve aşağı olan kimse yoktur. Tek bir çimen ve en büyük yıldız kesinlikle eşittir. Varoluş temelden komünisttir. Hiyerarşi yoktur. Ancak insan diğerlerinden yüksekte olmak ister, doğayı fethetmek ister. Bu yüzden sürekli savaşmak zorundadır. Tüm karmaşa bu savaştan çıkar.

Masum insan savaşı bırakmış olan kişidir; daha yüksekte olmakla artık ilgilenmeyen kişidir, performansla, özel bir şey olduğunu kanıtlamakla ilgilenmeyen kişidir; bir gül gibi olan ya da bir nilüfer üzerindeki damlacık gibi olan; okyanusla bir olup eriyen kaybolan bir dalga gibi; 'ben' fikrine sahip olmayan kişidir.

'Ben'in kaybolması masumiyettir. Bu yüzden masumiyet senin basit bir hayat yaşamanı talep etmez, masumiyet senden hiçbir şey talep etmez. Tüm gereklilikler kurnazcadır. Tüm gereklilikler temelde savaşmak, birisi olmak içindir.

Masumiyet, nasıl yaşayacağı hakkında hiçbir fikri olmadan basitçe yaşar.

Nasılı içine getir ve sen kompleks hale gelirsin. Masumiyet şimdiye verilen basit yanıttır. Fikirler birikmiş olan geçmiştir: Buda nasıl yaşamıştır, öyle yaşa ve Budist olacaksın; İsa nasıl yaşadı, öyle yaşa ve bir Hıristiyan olacaksın. Ancak o zaman sen kendi üzerine bir şeyi dayatıyor olacaksın.

Tanrı asla iki insanı benzer yaratmaz; her biri eşsizdir. Bu yüzden eğer İsa'yı kendi üzerine dayatırsan sahte olacaksın. Tüm Hıristiyanların sahte olması kaçınılmazdır —ve tüm Hinduların, tüm Jainaların, tüm Budistlerin— çünkü onlar olamayacakları bir kişi olmaya çalışıyorlar.

Sen Gautam Buda olamazsın. Bir Buda olabilirsin ama Gautam Buda değil. 'Buda' aydınlanmış demektir —bu senin doğuştan sahip olduğun hakkındır— ama Gautam bir bireydir. Sen bir Mesih olabilirsin ama İsa Mesih değil; İsa bir bireydir. Mesih Budalık için başka bir isimdir; o bilincin en yüksek halidir. Evet, bu mümkündür, bu senin potansiyelindir, sen tomurcuklanırsın ve Mesih bilincinde çiçek açarsın ama asla İsa olamazsın. Bu imkânsızdır ve onun imkânsız olması iyidir. Fakat sözde dindar insanlar böyle yaşamıştır: Başka birisini takip ederek, taklit ederek. Şimdi, bir taklitçi basit olamaz; o sürekli olarak hayatı kendi fikirlerine uydurmak zorundadır.

Gerçekten masum bir kimse hayatla birlikte yol alır, o basitçe hayatla birlikte akar. Onun belirgin bir hedefi yoktur. Bir hedefin varsa masum olamazsın. Kurnaz, maniple edici, çıkarcı olmak zorundasın; plan yapmak zorundasın ve belli haritaları izlemek zorundasın. Nasıl masum olabilirsin? Başkalarından çok fazla pislik taşıyor olmalısın. İsa'nın ya da Buda'nın ya da Mahavira'nın sadece bir karbon kopyası olacaksın; orijinal olmayacaksın.

Bodhidharma yeniden ve yeniden şöyle der: "Orijinal yüzünü bul." Ve orijinal yüzünü bulmanın tek yolu tüm taklitleri bırakmaktır. Neyin gerekli olduğuna kim karar verecek? Kimse karar veremez ve herhangi bir kararın rahatsız edici olması kaçınılmazdır çünkü hayat senin onun olmasını beklediğin şekle dönmeyebilir. O asla beklenilen şekle dönüşmez. Hayat sürekli bir sürprizdir; önceden ona hazırlıklı olamazsın. Hayatın provaya ihtiyacı yoktur. Spontane olmak zorundasın: Masumiyet budur. Şimdi, eğer spontane isen Hıristiyan olamazsın, Hindu olamazsın, Budist olamazsın, basit bir insanoğlu olmak zorundasın.

Basitlik bir gereklilik değildir ama masumiyetin bir yan ürünüdür; o seni gölgen gibi takip eder. Basit olmaya çalışmazsın; eğer basit olmaya çalışırsan çabanın kendisi basitliği yok eder. Basitliği üretemezsin —üretilmiş basitlik yüzeyseldir— basitlik seni bir gölge gibi takip etmelidir. Onu umursamaya ihtiyacın yok, yeniden ve yeniden gölge seni takip ediyor mu etmiyor mu diye geri dönüp bakmana ihtiyacın yok; gölgenin seni takip etmesi kaçınılmazdır.

Masumiyete ulaş ve basitlik Tanrı'dan bir armağan gibi gelir.

Ve masumiyet bir zihinsizlik, bir egosuzluk olmak demektir: Tüm hedefler, kazanımlar, hırslarla ilgili fikirleri bırakmak ve sadece anın içinde gerçekleştikçe yaşamaktır.

Bu nedenle sana inzivaya çekilmeni söylemiyorum. Bir gün inziva olabilir ama o uygulanması gereken bir şey değildir. O senin gerçekleştiğini göreceğin bir şey olacaktır. Evet kesinlikle kişi bir Buda olmadan önce inzivaya çekilir ama bu bir gereklilik değildir. Unutma. Yeniden ve yeniden hatırla: O bir zorunluluk değildir. O senin gerçekleştirmen gereken ve bu sayede sonrasında bir Buda olacağın bir sorumluluk değildir.

Hayır. Şayet basitçe zihninin giderek daha çok farkında olmaya devam edersen, zihin kaybolmaya başladıkça ve senden giderek daha çok uzaklaştıkça, zihinle özdeşleşmemeye başladıkça ve ayrı olduğunu, zihin olmadığını gördükçe zihnin kaybolmasıyla birlikte pek çok şeyin gerçekleştiğini göreceksin.

Anbean yaşamaya başlayacaksın. Çünkü geçmişi toplayan zihindir, ona güvenemezsin. Gözlerin net olacaktır, geçmişin tozuyla kaplanmamıştır. Ölü geçmişten özgürleşeceksin.

Ve ölü geçmişten özgür olan kimse yaşamak için özgürdür; kendine özgü bir şekilde, dürüstçe, tutkuyla, yoğun bir şekilde yaşamaya. Kişi yaşamla ve onun kutlamasıyla yanıp tutuşur. Ancak zihin sürekli olarak çarpıtır, sürekli olarak araya girer, sürekli olarak sana "Şunu yap, şunu yap der." O bir okul müdürü gibidir.

Bir meditasyoncu zihinden özgür hale gelir. Ve geçmiş artık sana hükmetmediği zaman gelecek basitçe kaybolur çünkü gelecek geçmişin bir yansımasından başka bir şey değildir. Geçmişte sen belli zevkleri tecrübe etmişsindir ve gelecekte onları yeniden ve yeniden tekrarlamak istersin; bu senin gelecek için yansıtmandır. Geçmişte pek çok ıstırap çekmişsindir; şimdi onları geleceğe yansıtarak o acıları yeniden yaşamak istemezsin. Senin geleceğin geçmişinin değişime uğramış halidir. Geçmiş bir kez gittiğinde gelecek kaybolur. O zaman ne kalır? Şimdiki an...şimdi.

Şimdi ve burada yaşamak masumiyettir. Eğer gerçekten masum olmak istiyorsan dini buyrukları takip edemezsin. Sürekli olarak neyi yapması, neyi yapmaması gerektiğini düşünmek zorunda olan bir insan, neyin doğru neyin yanlış olduğu hakkında sürekli olarak endişe duyan bir insan masum bir şekilde yaşayamaz. Her ne kadar o koşullanmasına göre doğru olanı yapmayı sürdürse bile o doğru değildir. O basitçe başkalarını takip ediyor, nasıl doğru olabilir? O onlar için doğru olmuş olabilir fakat iki bin yıl önce bir kişi için doğru olan şey bugün senin için doğru olamaz. Köprünün altından çok sular geçmiştir. Hayat asla birbirini takip eden iki saniye için bile aynı değildir.

Heraklit doğrudur, haklıdır: "Aynı nehirde iki kez yıkanamazsın." Ve ben sana derim ki: "Aynı nehirde bir kez bile yıkanamazsın." Nehir o kadar hızlı akmaktadır.

Masum bir kimse toplum, kilise, devlet, anne babalar, eğitim tarafından dayatılan belirli bir gerekliliğe göre yaşamaz, masum kimse kendi varlığına karşı sorumlu olarak yaşar. O yüzleştiği duruma yanıt verir. O meydan okur, meydan okumayı kabul eder. Ve şu an varlığı ne yapmak isterse onu yapar; belli prensiplere göre değil. Masum insanın hiçbir prensibi, ideolojisi yoktur; masum insan mutlak bir şekilde prensipsizdir. Masum insanın hiçbir karakteri yoktur, o mutlak bir şekilde karaktersizdir. Çünkü karaktere sahip olmak demek bir geçmişe sahip olmaktır; karaktere sahip olmak demek başkaları tarafından hükmedilmektir; karaktere sahip olmak demek zihin hâlâ diktatördür ve sen sadece bir kölesin demektir. Karaktersiz olmak, prensipsiz olmak ve anda yaşamak... tıpkı aynanın önündeki ne olursa olsun yansıtması gibi bilincin yansıtır ve sen yansımayla birlikte hareket edersin. Farkındalık budur, meditasyon halinde olmak budur, samadhi budur. Masumiyet budur, Tanrısallık budur, Budalık budur.

Bu nedenle masumiyetin bir gerekliliği yoktur, basit bir hayat yaşama gerekliliği bile yoktur. Basit bir hayatı yaşayabilirsin, basit bir hayatı kendine dayatabilirsin; o basit olmayacaktır. Ve sen tüm lüksün olduğu bir sarayda yaşayabilirsin ama anı yaşıyorsan basit bir hayat yaşıyor olacaksın. Bir dilenci gibi yaşayabilirsin ve şayet bir dilenci gibi yaşamaya çalışmak kendini zorladığın bir şeyse sen basit olmayacaksın. Şayet o senin karakterin haline geldiyse o zaman basit değilsindir. Evet kırk yılda bir, bir kralın bile basit bir hayat yaşadığı olmuştur —basit derken saraya ve mala mülke sahip olmadığı anlamında değil, onlar vardı — fakat o mala mülke düşkün değildi.

Bunun anlaşılması gerekir: Henüz hiçbir şeye sahip olmayabilirsin ama yine de mal mülk düşkünü olabilirsin. Mal mülk düşkünü olmak onlara sahip olmadan olabilir. Şayet bu böyleyse o zaman tersi de doğrudur: Mal mülk düşkünü olmamak her türlü mala mülke sahip olmayla bir arada var olabilir. Kişi sarayda yaşayabilir ve bütünüyle ondan özgür olabilir.

Bir Zen hikâyesi vardır:

Bir kral, bir Budist rahibinin basit ve masum yaşantısından çok etkilenmişti. Yavaş yavaş onu kendi ustası olarak kabul etmişti. İzlettirdi —o çok hesapçı bir adamdı— onun karakterini araştırttı: "Onun hayatında hiç açık bir noktası var mıydı?" Mantıken iyice ikna olduktan sonra —dedektifleri, "Bu adamın hayatında hiçbir kara leke yok; o tamamıyla saf ve basit. O gerçekten büyük bir aziz, o bir buda" diye bilgilendirdiler onu — o zaman adamın yanına gitti, önünde eğildi ve "Efendim, sizi sarayıma gelip benimle yaşamak için davet ediyorum. Burada niye yaşayasınız?" dedi.

İçinden ne kadar azizi davet ediyor da olsa bunu reddetmesini ve "Hayır ben basit bir adamım, nasıl olur da bir sarayda yaşarım?" demesini bekliyordu. Onu davet etmiş olmasına rağmen! İnsan zihninin karmaşıklığına iyi bak. Onu davet ediyor, eğer daveti kabul edilirse büyük bir mutluluk hissetmeyi umuyor ve hâlâ içerde bir şeyler: Eğer o gerçekten bir azizse reddedecektir, "Hayır, ben basit bir adamım, ben bir ağacın altında yaşarım; bu benim basit hayatımdır. Tüm dünyayı terk ettim, dünyadan vazgeçtim. Ona geri dönemem," demesini bekliyor.

Aziz gerçekten bir aziz olmalı; o bir buda olmalı. "Tamam, araç nerde? Tahtırevanını getir, seninle saraya geleceğim" dedi. "Elbette kişi saraya gidiyorsa tarzına uygun davranmalı, tahtırevanı getirin!"

Kral çok şaşırmıştı, "Bu adam bir sahtekâr, bir yalancı olmalı. Görünen o ki tüm basitliği beni tuzağa düşürmek için bir rolmüş." Ancak artık çok geçti; onu davet etmişti ve sözünden geri dönemezdi. Sözünün eri bir adam olarak — bir Samuray, bir savaşçı, büyük bir kral— dedi ki: "Tamam, şimdi yakaladım. Bu adam hiçbir şey ifade etmiyor; bir kez bile reddetmedi. Reddetmiş olmalıydı!"

Tahtırevanı getirtmek zorunda kaldı ama artık mutlu değildi, neşeli değildi. Ancak aziz çok mutluydu! Tahtırevana bir kral gibi oturdu ve kral biraz aptalca görünerek son derece üzgün bir şekilde oturdu. Ve insanlar sokaklarda izliyordu. "Ne oluyor? Çıplak bir fakir...!" Ve o gerçekten bir imparator gibi oturuyordu ve kral bu adama kıyasla çok yoksul görünüyordu. Ve o son derece neşeliydi, keyiften yerinde duramıyordu. Ve o ne kadar keyifli olursa kral da o kadar mutsuz oldu: "Şimdi bu adamdan nasıl kurtulmalı? Kendi kendime onun ağına düştüm. Tüm bu dedektifler ve ajanların hepsi aptal; bu adamın bir planı olduğunu göremediler." Sanki o kralı etkilemek için yıllarca şu ağacın altında oturuyormuş gibi! Tüm bu fikirler kralın aklına gelmişti.

Şayet gelirse diye kral en iyi odayı onun için hazırlatmıştı. Fakat onun geleceğine inanmamıştı. İnsan zihninin bölünmüşlüğünü görüyor musun: Bir şey yapmaya devam edersin, başka bir şey bekleyip durursun. Şayet adam kandırıyor olsaydı basitçe reddederdi. Hayır derdi.

Kral en iyi odayı hazırlatmıştı. Aziz odaya vardı —yıllardır ağacın altında oturmuştu— "Şunu getirin, bunu getirin, şayet sarayda yaşamak zorundaysan bir kral gibi yaşamalısın" dedi.

Kralın kafası giderek daha çok karışıyordu. Elbette onu kendisi davet etmişti bu yüzden istediği her şeyi getirdi. Fakat bu kralın ağırına gidiyordu, her gün daha da ağır hale geliyordu. Çünkü aziz bir kral gibi yaşamaya başladı. Aslında kraldan daha iyi. Çünkü kralın kendi endişeleri vardı ve azizin hiçbir endişesi yoktu. Gündüzleri uyurdu, geceleri uyurdu. Bahçenin ve yüzme havuzunun tadını çıkarırdı ve dinlenirdi ve dinlenirdi. Ve kral şöyle düşündü, "Bu adam bir parazit."

Bir gün artık dayanamadı, azize söyledi... Aziz sabah yürüyüşü için bahçeye gitmişti ve kral da geldi ve "Size bir şey söylemek istiyorum" dedi.

Aziz, "Evet, biliyorum. Ben ağacımı terk etmeden önce söylemek istemiştin. Senin davetini kabul ettiğimde söylemek istemiştin. Niçin bu kadar uzun süre bekledin? Boşuna acı çekiyorsun. Senin üzüldüğünü görebiliyorum. Artık bana gelmiyorsun. Ben ağacın altında yaşarken bana sorduğun dini, büyük metafizik soruları sormuyorsun. Biliyorum; fakat niçin altı ayı boşa harcadın? Bunu anlayamıyorum. Hemen o an sormalıydın ve her şey o zaman ve orada yerli yerine otururdu. Ne soracağını biliyorum ama sor!" dedi.

Kral, "Sadece bir tek şey sormak istiyorum. Artık sizinle benim aramda ne fark var? Siz benden daha lüks yaşıyorsunuz. Ve ben çalışmak zorundayım ve endişe duymak zorundayım ve her türlü sorumluluğu taşımak zorundayım. Ve sizin işiniz yok, endişeniz yok, sorumluluğunuz yok, sizi kıskanıyorum. Ve size gelmeyi bıraktım çünkü sizinle benim aramda bir fark olduğunu zannetmiyorum. Ben zenginlik içinde yaşıyorum fakat siz benden daha zengin gibi yaşıyorsunuz. Her gün, 'Altın tahtırevanı getirin! Kırda yürüyüşe çıkmak istiyorum. Şunu getirin, bunu getirin' diye talepte bulunuyorsunuz. Ve lezzetli yiyecekler yiyorsunuz. Ve artık çıplak olmayı bıraktınız. Mümkün olan en iyi elbiseleri kullanıyorsunuz. O zaman sizinle benim aramdaki fark ne?" diye sordu.

Aziz güldü ve şöyle dedi, "Öylesine bir soru ki sadece benimle birlikte gelirsen yanıtlayabilirim. Başkentin dışına gidelim."

Kral takip etti. Nehri geçtiler ve devam ettiler.

Kral sürekli olarak, "Daha ileri gitmenin anlamı ne? Niçin şimdi yanıtlamıyorsunuz?" diye tekrar etti.

Aziz, "Biraz bekle, yanıt vermek için doğru noktayı arıyorum" dedi.

Sonra onun krallığının sınırına kadar geldiler ve kral, "Artık zamanı geldi. Sınıra ulaştık" dedi. Aziz de "Aradığım şey buydu, ben artık geri dönmüyorum, benimle geliyor musun yoksa geri mi dönüyorsun?" dedi. "Sizinle nasıl gelebilirim? Benim krallığım, mallarım, karılarım, çocuklarım var, sizinle nasıl gelebilirim?" dedi kral.

Ve aziz de, "Şimdi farkı görebiliyorsun. Ben gidiyorum ve geriye bir kez bile bakmayacağım. Saraydaydım, her türlü zenginliği yaşadım ama onları sahiplenmedim. Sen sahipleniyorsun. Fark bu. Ben gidiyorum" dedi.

Elbiselerini çıkarttı, çıplak hale geldi, elbiseleri krala verdi ve şöyle dedi, "Elbiselerin sende kalsın ve yine mutlu ol."

Şimdi kral aptallık etmiş olduğunu fark etmişti: Bu çok az bulunur bir adamdı, nadide bir taştı. Ayaklarına kapandı ve "Gitme, geri dön, seni henüz anlayamadım. Bugün farkı gördüm. Evet gerçek azizlik bu" dedi.

Aziz, "Geri gelebilirim ama şunu aklından çıkarma ki, yine üzüleceksin. Benim için üzüleceksin. Benim için o yöne ya da bu yöne gitmek fark etmez. Ama sen yine üzüleceksin. Şimdi ben seni mutlu kılayım; gelmiyorum, gidiyorum" dedi. Aziz ne kadar gitmek konusunda ısrar ettiyse kral onu döndürmek için o kadar ısrar etti. Ancak aziz, "Bir kez yeterli. Senin aptal bir kişi olduğunu gördüm. Gelebilirim ama 'gelebilirim' dediğim an gözlerinde yine eski fikirlerin geldiğini görebiliyorum: 'Belki yine beni kandırıyordur. Belki bu, bana elbiseleri vermek, gideceğini söylemek sadece boş bir davranıştır. Böylelikle yine etkileneceğim.' Eğer gelirsem yine mutsuz olacaksın ve seni mutsuz etmek istemiyorum."

Aradaki farkı anımsa: Fark, mal mülk sahibi olmakta değil, mala mülke düşkün olmamaktadır. Basit bir kimse hiçbir şeye sahip olmayan kişi değildir, basit bir kimse mala mülke düşkün olmayan, asla arkasına bakmayan kişidir.

Bu basitlik, uygulanamaz, bu basitlik sadece masumiyetin bir sonucu olarak gelebilir.

Şayet bastırırsan —ve üretmek budur— o zaman o başka bir yerden başka bir şekilde gelmeye başlayacaktır. Bu şekilde daha çok ve daha çok karmaşık hale geleceksin, daha çok ve daha çok üçkağıtçı ve hesapçı olacaksın; daha disiplinli insanların saygı duyduğu ve onurlandırdığı bir karakter olacaksın.

Eğer egonun tadını çıkarmak istiyorsan en iyi yöntem kutsal bir adam olmaktır. Ancak, gerçekten varoluşu kutlamak istersen en iyi yol mutlak bir şekilde sıradan, sonuna kadar sıradan olmak ve hiçbir iddian olmadan sıradan bir hayat yaşamaktır.

Anbean yaşa: Bu masumiyettir ve masumiyet yeterlidir. Basit olmaya çalışma. Milyonlarca insan denedi ve hiç de basit olamadılar. Tam tersine çok çok karmaşık hale geldiler, kendi ormanlarında, kendi fikirlerinin içinde takılıp kaldılar.

Zihnin dışına çık: Masumiyet budur. Bir zihinsizlik ol: Masumiyet budur. Ve diğer her şey onu takip eder. Ve her şey onu takip ettiğinde onun kendine has bir güzelliği vardır. Üretilmiş olanı plastiktir, sentetiktir, doğal değildir. O üretilmemiş olarak geldiğinde bir zarafettir, bir rahmettir.



Olgun bir kişinin nitelikleri nelerdir?

Olgun bir kimsenin nitelikleri çok gariptir. İlk önce o bir kişi değildir. Artık o bir benlik değildir. Onun bir mevcudiyeti vardır ama o bir kişi değildir. İkincisi o daha çok bir çocuk gibidir; basit ve masumdur.

Bu yüzden olgun bir kişinin nitelikleri çok gariptir dedim. Çünkü olgunluk sanki kişi tecrübelidir, yaşlıdır, yaşlanmıştır gibi bir duygu verir. Fiziksel olarak o yaşlı olabilir ama ruhsal olarak o masum bir çocuktur. Onun olgunluğu sadece hayat aracılığıyla edinilmiş tecrübe değildir. O zaman o bir çocuk olmayacaktır ve o zaman o bir mevcudiyet olmayacaktır; o tecrübeli bir kişi olacaktır; bilgili ama olgun değil.

Olgunluğun yaşam tecrübelerinle hiçbir alakası yoktur. Onun senin içsel yolculuklarınla, manevi deneyimlerinle ilişkisi vardır.

O ne kadar kendi içinde derine inerse, o kadar olgundur. Varlığının tam merkezine ulaştığında mükemmel bir şekilde olgunlaşmıştır.

Ancak bu anda kişi kaybolur, sadece mevcudiyet kalır...benlik kaybolur, sadece sessizlik kalır.

Bilgi kaybolur, sadece masumiyet kalır.

Bana göre olgunluk fark etmenin diğer adıdır: Potansiyelini yerine getirmişsindir, o gerçekleşmiştir. Tohum uzun bir yoldan gelmiştir ve tomurcuklanmıştır.

Olgunluğun hoş bir kokusu vardır. O bireye muazzam bir güzellik verir. O zekâ, mümkün olan en keskin zekâyı verir: Onu sevgiden başka bir şey yapmaz. Onun eğilimi sevgidir. Onun eylemsizliği sevgidir; onun hayatı sevgidir, onun ölümü sevgidir. O sadece bir sevgi çiçeğidir.

Batı'nın son derece çocukça olgunluk tanımları vardır. Olgunluk aracılığıyla Batı artık senin masum olmadığını, hayat tecrübeleri aracılığıyla olgunlaştığını, kolaylıkla kandırılamayacağını, sömürülemeyeceğini, içinde taş gibi bir şey; bir korunma, bir güvence olduğunu söyler.

Tanım son derece sıradandır, sözeldir. Evet, dünyada bu türden olgun insanlar bulacaksın. Ancak ben olgunluğu tamamıyla farklı görüyorum, bu tanımın tam zıddını görüyorum. Olgunluk seni bir taş haline getirmeyecektir; o seni son derece kırılgan, son derece basit yapacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder