BAŞARI

Her zaman dünyaca ünlü, zengin ve başarılı bir adam olmanın hayalini kurmuşumdur. Arzumu yerine getirmek için bana yardımcı olabilir misiniz?

Hayır beyefendi, pek değil, asla. Çünkü senin arzun, intihara meyilli bir şey. Sana intihar etmen için yardımcı olamam. Sana gelişmek ve olmak için yardım edebilirim fakat sana intihar etmen için yardım edemem, sana kendini bir hiç uğruna mahvetmen için yardım edemem.

Hırs zehirdir. Daha iyi bir müzisyen olmak istersen sana yardım edebilirim fakat dünyaca ünlü olmak şeklinde düşünme. Daha iyi bir şair olmak istersen sana yardım edebilirim fakat Nobel ödülleri şeklinde düşünme. Daha iyi bir ressam olmak istersen sana yardım edebilirim; yaratıcılığa yardım ederim ancak yaratıcılığın isimle, ünle, başarı ve parayla hiç alakası yoktur. Ve şayet onlar gelirse onlardan vazgeçmen gerekir demiyorum, eğer gelirlerse bu iyidir, tadını çıkar. Ancak onların seni motive etmelerine izin verme çünkü bir kimse başarılı olmaya çalışırken nasıl gerçek bir şair olabilir? Onun enerjisi politiktir, o nasıl şairane olabilir. Şayet bir kimse zengin olmaya çalışıyorsa o nasıl olur da gerçek bir ressam olur? Onun tüm enerjisi zengin olmakla ilgilidir. Bir ressam tüm enerjisine resim yaparken ihtiyaç duyar ve resim yapmak şimdi ve burada olmaktır. Ve zenginlik gelecekte bir yerlerde oluşabilir; olabilir de, olmayabilir de. Bir mecburiyet yoktur; o rastlantısaldır; başarı rastlantısaldır, şöhret rastlantısaldır. Saadet rastlantısal değildir. Son derece mutlu olman için yardım edebilirim; resim yapabilirsin ve çok mutlu olabilirsin. Resmin ünlü olup olmaması, senin bir Picasso haline gelip gelmemen esas mesele değildir fakat sen resim yaparken Picasso'nun bile kıskanabileceği bir şekilde resim yapmana yardımcı olabilirim. Sen tamamıyla resim yapmanın içinde kaybolabilirsin ve gerçek mutluluk budur.

Ve bunlar sevgi ve meditasyon anlarıdır; bunlar ilahi anlardır.

İlahi bir an senin tamamıyla kaybolduğun — sınırlarının kaybolduğu, bir anlığına senin olmadığın ve Tanrının olduğu— bir andır.

Ancak senin başarılı olmana yardımcı olamam. Sana yeniden hatırlatayım ben başarının karşısında değilim. Sana başarısız ol demiyorum; ona karşı hiçbir şeyim yok. O son derece iyidir. Demek istediğim şey onun tarafından motive edilmemendir, aksi taktirde resim yapmayı ıskalayacaksın, şiiri ıskalayacaksın. Tam şu an söylemekte olduğun şarkıyı ıskalayacaksın ve başarı geldiğinde ellerin boş kalacak çünkü hiç kimse başarıyla tatmin olamaz. Başarı besleyemez, onun içinde hiç besin yoktur; başarı sadece sıcak havadır.

Somerset Maugham hakkındaki, Conversations with Willy (Willy ile Konuşmalar) adlı kitabını geçen gece okuyordum. Kitap, Somerset Maugham'ın yeğeni Robin Maugham tarafından yazılmış. Şimdi, Somerset Maugham bu çağın en ünlü, başarılı, zengin insanlarından birisiydi fakat anıları ilham verici. Şu sözleri bir dinle.

Robin Maugham ünlü ve başarılı amcası Somerset Maugham hakkında şöyle yazıyor:

"O kesinlikle yaşayan en ünlü yazardı. Ve en üzgünü... 'Biliyorsun' dedi bana, 'çok kısa süre sonra ölmüş olacağım ve bu fikir hiç de hoşuma gitmiyor...' ve bu, o doksan bir yaşındayken ifade edilmişti. 'Ben çok yaşlı birisiyim ama bu, durumu benim için kolaylaştırmıyor' dedi. O zengindi, dünyaca tanınıyordu ve doksan bir yaşındayken, çok uzun yıllardır hiçbir şey yazmamış olmasına rağmen serveti hâlâ artıyordu. Dünyanın her tarafından kitaplarının telif hakları hâlâ kelimenin tam anlamıyla akmaya devam ediyordu ve hayran mektupları da. Ve şu an onun dört oyunu Almanya'da oynanıyordu. Onun The Circle isimli oyunu İngiltere’de muazzam bir şekilde yeniden oynanmaktaydı ve The Constant Wife daha yeni, bir müzikale dönüştürülmüştü. Onun en ünlü romanlarından birisi olan Of Human Bondage çok yakın zamanda film yapılacaktı. O, Rain, the Moon and Sixpence ve The Razor's Edge gibi ona milyonlarca dolar getirebilirdi. Maalesef onun yeteneğinin ve başarısının ona sağlayamadığı tek ödül mutluluktu. O dünyadaki en mutsuz insandı.

"'Hayatının en mutlu anı hangisidir?' diye ona sordum. Bana, 'Tek bir an düşünemiyorum' dedi. Etrafa, başarısının edinmesine olanak tanıdığı resim odasına ve son derece değerli mobilyalara ve resimlere ve sanat objelerine bakındım. Onun villasının kendisi ve harika bahçesi —Akdeniz'in kıyısındaki muhteşem bir yapı— altı yüz bin sterlin değerindeydi. On bir tane kişisel hizmetçisi vardı ama mutlu değildi.

"Ertesi gün İncil'ine bakıyordu ve şöyle dedi 'Şayet bir insan tüm dünyayı elde eder ve ruhunu kaybederse bunun ne kârı olacaktır?' sözlerine rastladım. Ellerini mutsuzlukla kavuşturdu ve sonra serbest bıraktı ve yeniden, 'Sevgili Robinim, sana şunu söylemek zorundayım ki bu metin ben bir çocukken yatağımın karşısında asılı dururdu' dedi. Ve sonra ben onu bahçede bir yürüyüşe çıkardım, 'Biliyorsun öldüğümde benden her şeyi alacaklar; tüm ağaçları, bütün evi ve mobilyaların her tahtasını. Beraberimde tek bir masayı bile götüremeyeceğim' dedi. Ve çok üzgündü ve titriyordu.

"Bir süreliğine, biz portakal ağaçları arasından yürürken sessiz kaldı, 'Tüm hayatım boyunca ben bir başarısızlık timsali oldum' dedi. Onu rahatlatmaya çalıştım. Sen yaşayan en ünlü yazarsın. Kesinlikle bu bir anlam ifade etmiyor mu?' diye sordum. 'Keşke tek bir sözcük bile yazmamış olsaydım' diye cevapladı. 'O bana ne getirdi? Tüm yaşamım bir başarısızlıktan ibaret ve artık bunu değiştirmek için çok geç' dedi. 'Çok geç' ve gözlerinden yaşlar aktı."

Başarı sana ne getirebilir? Şimdi bu adam Somerset Maugham, boşuna yaşamıştı. O uzun yaşadı — doksan bir yıl — o çok çok fazla tatmin olmuş, doyuma ulaşmış olabilirdi: Ancak başarı onu verebilseydi o zaman; şayet zenginlik onu verebilseydi o zaman; şayet büyük bir villa ve hizmetçiler onu verebilseydi sadece o zaman.

Yaşamın nihai analizinde isim ve ün tamamen konu dışıdır. Hesabı kapatırken önemli olan tek şey hayatının her anını nasıl yaşadığındır. O bir neşe miydi? O bir kutlama mıydı? Ve küçük

şeylerde mutlu muydun? Duş alırken, çayını yudumlarken, yerleri temizlerken, bahçede dolaşırken, ağaç dikerken, bir arkadaşınla konuşurken ya da sevgilinle sessizce otururken yahut aya bakarken veya sadece kuşları dinlerken; tüm bu anlarda mutlu muydun? Her an ışıltılı mutluluğa dönüştürülmüş bir an mıydı? O neşe yayıyor muydu? Önemli olan budur.

Sana arzunu tatmin etmek için yardım edebilir miyim diye soruyorsun. Hayır. Hiç de değil. Çünkü bu arzu senin düşmanındır; o seni mahvedecek. Ve bir gün İncil'de, "Şayet bir insan tüm dünyayı elde eder ve ruhunu kaybederse bunun ne kârı olacaktır?" cümlesiyle karşılaştığında, hayal kırıklığı içerisinde ağlayacaksın ve "Ve artık değiştirmek için çok geç. Çok geç" diyeceksin.

Sana tam şimdi çok geç değil diyorum, bir şey yapılabilir: Hayatını ta kökünden bütünüyle değiştirebilirsin. Senin simyasal bir değişimden geçmen için yardımcı olabilirim fakat dünyasal anlamda garanti veremem. İçsel dünyada her türlü başarı için garanti veririm; seni zengin yapabilirim, herhangi bir Buda kadar zengin. Ve sadece Budalar zengindir; etrafında sadece dünyasal şeylere sahip olan insanlar gerçekte zengin değildir. Onlar kendilerini ve diğerlerini zengin olduğuna inandırmış yoksul insanlardır. Derinde dilencidir, onlar gerçek imparatorlar değildir.

Buda bir şehre geldi ve kral ona gidip huzuruna çıkmak konusunda biraz çekingendi. Kendi veziri, "Şayet gidip onun huzuruna çıkmazsanız o zaman istifamı kabul edin, o zaman artık size hizmet edemem" dedi. Kral, "Ama niçin?" ve bu adamın yerine geçecek kimse yoktu, onsuz kral kaybolurdu, kendi iktidarı için o gerçekten bir kilit konumdaydı. "Fakat niye? Niçin ısrar ediyorsun? Niçin gidip bir dilencinin huzuruna çıkayım?" ve vezir, yaşlı adam "Dilenci sizsiniz, o da imparator, bu yüzden. Gidip huzuruna çıkın aksi taktirde siz hizmet etmeye değmezsiniz," dedi.

Kral gitmek zorunda kaldı. Çekinerek gitti. Fakat Buda'yı gördüğü zaman yaşlı adamın, vezirinin önünde eğildi, "Haklıydın, kral o ve ben bir dilenciyim" dedi.

Hayat garip. Burada bazen krallar dilencidir ve dilencilerse kraldır. Görünüme aldanma. İçeri bak. Kalp coşkuyla çarptığı zaman zengindir, kalp Tao ile, doğa ile, hayatın nihai kanunu ile Dhamma ile ahenkli bir hale geldiği zaman zengindir. Kalp sen bütün ile ahenkli hale geldiğinde zengindir. Bu var olan yegâne zenginliktir. Aksi taktirde bir gün sen ağlayacaksın ve "Çok geç..." diyeceksin.

Senin hayatını mahvetmene yardım edemem, ben senin hayatını zenginleştirmek için buradayım, ben sana bolluk içinde bir hayat vermek için buradayım.

Başarı düşüncesi sana işkence ediyor. O, başarı düşüncesi, başarılı olmak zorunda olman insanlığın başına gelmiş en büyük felakettir. Ve başarı demek, rekabet etmek zorunda olman, adil olsun olmasın fark etmeyen şekillerde mücadele etmek zorunda olman demektir. Bir kez başardığın zaman her şey iyidir. Önemli olan başarıdır. Kötü yollarla dahi başarılı olursan, bir kez başardığında ne yaparsan yap iyidir. Başarı tüm eylemlerinin niteliğini değiştirir. Başarı kötü araçları iyi amaçlara dönüştürür.

Bu yüzden tek mesele nasıl başarılı olunacağıdır. Zirveye nasıl ulaşılacak? Ve doğaldır ki zirveye çok az insan ulaşabilir. Şayet herkes Everest'e ulaşmaya çalışıyorsa orada kaç tanesi durabilecektir? Orada yeterince yer yok; sadece tek bir kişi rahat bir şekilde orada durabilir. O zaman çaba sarf eden milyonlarca insan başarısız hissedecektir; onların ruhlarına çok büyük bir umutsuzluk yerleşecektir. Onlar olumsuz hissetmeye başlayacaklar.

Bu yanlış türden bir eğitimdir. O, sana verilmiş olan bu sözde eğitim son derece zehirlidir. Okulların, kolejlerin, üniversitelerin seni zehirliyor. Onlar senin için mutsuzluk yaratıyor; onlar cehennemlerin üretildiği fabrikalardır. Ancak öylesine güzel bir şekilde olur ki asla ne olduğunu fark edemezsin. Tüm dünya yanlış bir eğitim yüzünden bir cehenneme dönüşmüştür. Hırs düşüncesine dayanan herhangi bir eğitim yeryüzünde cehennem yaratacaktır. Onu başarmıştır.

Herkes aşağılık duygusu hissederek acı çekiyor. Bu çok garip bir durum. Hiç kimse aşağılık değildir ve hiç kimse üstün değildir çünkü her birey eşsizdir; hiçbir kıyaslama mümkün değildir. Sen sensin ve sen sadece sensin. Ve sen başka kimse olamazsın ve buna gerek de yok. Ve ünlü olmana gerek yok, dünyanın gözünde başarılı olmana gerek yok. Bunların hepsi aptalca fikirlerdir.

Olman gereken tek şey, yaratıcı, sevecen, farkında, meditasyon halinde olmaktır. Şayet içinden bir şiir yükseldiğini hissedersen onu kendin için, kadının için çocukların için arkadaşların için yaz ve onu tamamıyla unut. Onu oku ve şayet kimse dinlemezse tek başına oku ve ondan keyif al. Ağaçlara git ve onlar onu alkışlayıp takdir edeceklerdir. Ya da kuşlarla ve hayvanlarla konuş ve onlar hayat hakkında yanlış kavramlarla asırlarca ve asırlarca zehirlenmiş olan aptal insanlardan çok daha iyi anlayacaklardır. Hırslı kimse hastalıklıdır.



Çok özel bir insan olduğumu hissediyorum. O kadar özelim ki sadece sıradan olmak istiyorum. Lütfen bununla ilgili bir şeyler söyler misiniz?

Herkes tam olarak aynı şekilde düşünür. Herkes kalbinin derinliklerinde özel olduğunu bilir. Bu Tanrı'nın insanlara yaptığı bir şakadır. O yeni bir insan yaptığında ve onu yeryüzüne doğru ittiğinde kulağına, "Sen özelsin. Sen kıyaslanamazsın, sen sadece eşsizsin" diye fısıldar.

Fakat o bunu herkese yapmaya devam eder ve herkes kalplerinin derinliklerinde senin kadar yüksek sesle söylemese bile insanlar onu taşımaya devam eder çünkü onlar başkalarının bundan rahatsız olacağını hissederler. Ve hiç kimse ikna olmayacaktır, o halde onu söylemenin anlamı nedir? Eğer birisine, "Ben özelim" dersen onu ikna edemezsin çünkü o kendisinin özel olduğunu biliyordur. Nasıl başka birisini ikna edebilirsin? Evet belki arada bir birisi ikna olabilir, en azından öyleymiş gibi davranabilir. Şayet onun seninle bir işi varsa rüşvet olarak sana, "Evet sen özelsin, sen muhteşemsin" diyebilir. Ancak derinde bunun bir iş olduğunu bilir.

Bir palavracı arkadaşına üç tane arabası, vs., vs., vs.den bahsediyordu. Ayrıca New York'ta iki tane metresinin olduğundan fakat aklını başından alacak kadar güzel, acayip tutkulu özel sekreterini hamile bıraktığından ve göz alıcı sarışın stenografını Rio de Janerio'ya karnavalı görmesi için götürmek zorunda kaldığından bahsederken dinleyen adam aniden nefes alamamaya başladı, kendi kravatını tuttu ve bir kalp krizi geçirdi.

Palavracı öyküsüne ara verdi, su getirdi, sırtına sertçe vurdu, vs., vs. ve endişeli bir şekilde sorunun ne olduğunu sordu. "Ne yapabilirim?" diye hızla soludu adam, "Saçmalığa karşı alerjim var" dedi.

Böyle saçmalıkları kendi içinde derinlerde saklamak daha iyidir çünkü insanlar alerjiktir. Ancak bir anlamda zihnini dışa vurman iyidir.

Şayet özel olduğunu düşünüyorsan kendin için mutsuzluk yaratman kaçınılmazdır. Eğer başkalarından daha yüksekte, daha bilge olduğunu zannediyorsan çok güçlü bir egon olacaktır. Ve ego zehirdir, saf zehir.

Ve ne kadar çok egoist olursan o kadar acı verir çünkü o bir yaradır. Ne kadar egoist hale gelirsen hayatla bağlarını o kadar koparmış olursun. Hayattan ayrı düşersin; artık varoluşun akışının içinde değilsindir, nehirdeki bir taşa dönüştün. Buz gibi oldun, tüm sıcaklığı, tüm sevgiyi yitirdin.

Özel bir kimse sevemez çünkü başka bir özel kişiyi nereden bulacaksın?

Hayatı boyunca evlenmeden kalmış bir adam duymuştum. Ve doksan yaşında ölüm döşeğindeyken birisi ona, "Yaşamın boyunca evlenmedin fakat nedenini asla söylemedin artık ölüyorsun, en azından merakımızı dindir. Bir sır varsa şimdi söyleyebilirsin çünkü birazdan göçmüş olacaksın. Sırrın açığa çıkmış bile olsa sana bir zararı olamaz" dedi.

"Evet, bir sır var. Ben evliliğe karşı değilim ama mükemmel bir kadın arıyordum. Aradım ve aradım ve tüm yaşamım kayıp gitti" dedi adam.

Soruyu soran "Fakat bu koca dünya üzerinde, milyonlarca insan var, onların yarısı kadın, bir tane mükemmel kadın bulamadın mı?" diye sordu.

Ölmek üzere olan adamın gözlerinden yaşlar aktı. "Evet, bir tane buldum" dedi.

Soruyu soran tamamıyla şoka uğramıştı. "O halde ne oldu? Niçin evlenmedin?" dedi.

Ve yaşlı adam, "Fakat kadın mükemmel bir koca arıyordu."

Eğer böyle fikirlerle yaşarsan hayatın çok zorlaşacak. Ve evet, ego o kadar numaracıdır ve o kadar kurnazdır ki sana şu yeni projeyi sunabilir: "O kadar özelsin ki artık sıradan ol." Fakat sıradanlığının içinde bileceksin ki sen en sıra dışı sıradan insansın. Hiç kimse senden daha sıradan değil. O kamufle edilmiş aynı oyun olacak.

Sözde mütevazı insanların yapıp durduğu şey budur. Onlar, "Ben en mütevazı insanım, ben senin ayağındaki kirim" derler. Fakat aslında söylemek istedikleri bu değildir. "Evet, öyle olduğunu biliyorum" deme. Aksi taktirde onlar seni asla affedemeyecektir. Onlar senin, "Sen gördüğüm en mütevazı insansın, gördüğüm en inançlı insansın" demeni bekliyor. O zaman onlar tatmin olacak, doyum hissedecek. Mütevazılığın ardında gizlenen şey egodur. Egoyu bu şekilde bırakamazsın.

Çok özel bir insan olduğumu hissediyorum. O kadar özelim ki sadece sıradan olmak istiyorum. Lütfen bununla ilgili bir şeyler söyler misiniz? diye soruyorsun.

Hiç kimse özel değildir ya da herkes özeldir. Hiç kimse sıradan değildir ya da herkes sıradandır. Kendin için ne düşünüyorsan lütfen başka herkes için de aynı şeyi düşün ve sorun çözülecektir. Seçim yapabilirsin. 'Özel' sözcüğünü istersen, özel olduğunu düşünebilirsin fakat o zaman herkes özeldir. Sadece insanlar değil ağaçlar, kuşlar, hayvanlar, taşlar; tüm varoluş özeldir çünkü sen bu varoluşun dışından gelirsin ve bu varoluşun içinde erirsin. Ancak eğer 'sıradan' sözcüğünü seversen —güzel, daha rahatlatıcı bir sözcük— o zaman bil ki herkes sıradandır. O zaman tüm varoluş sıradandır.

Hatırlanacak tek şey şudur: Kendin için ne düşünüyorsan diğer herkes için aynı şeyi düşün ve ego kaybolacaktır. Ego kendin için bir şekilde ve başkaları için başka bir şekilde düşünmeyle yaratılan bir yanılsamada. Bu çifte standarttır. Eğer çifte standardı bırakabilirsen ego kendiliğinden ölür.



Özel olmak istemeyi nasıl durdurabilirim?

Sen özel olduğun için özel olmaya ihtiyaç yoktur. Sen özelsin, sen eşsizsin. Tanrı asla bundan daha azını yaratmaz.

Herkes eşsizdir, mutlak surette eşsiz. Senin gibi bir kişi hiçbir zaman olmamıştı. Senin gibi bir kişi asla yeniden olmayacak. Tanrı bu biçime ilk defa ve son defa bürünmüştür. Bu yüzden özel olmaya çalışmak gereksizdir, sen zaten öylesin. Eğer özel olmaya çalışıyorsan sıradan olacaksın. Senin çabanın kendisi yanlış anlamanın içinde köklenmiştir. Bu, kafa karışıklığı yaratacaktır çünkü sen özel olmaya çalıştığında bir şeyi baştan kabul etmişsindir: Sen özel değilsin. Sen çoktan sıradan olmuşsundur, sen olayın özünü kaçırmışsındır.

Şimdi, bir kez sıradan olduğunu baştan kabul ettiğinde nasıl özel olabilirsin? Bu şekilde ve şu şekilde deneyebilirsin ve sıradan olarak kalacaksın çünkü senin temelin, senin dayanağın yanlıştır. Evet, terziye gidip daha sofistike elbiseler bulabilirsin, saç şeklini yeniden yaptırabilirsin, kozmetikleri kullanabilirsin; birkaç şey öğrenebilir ve daha bilgili hale gelebilirsin, resim yapabilirsin ve bir ressam olduğunu düşünmeye başlayabilirsin; bazı şeyleri yapabilirsin, ünlü olabilir ya da dilden dile dolaşabilirsin fakat derinde bileceksin ki sıradansın. Tüm bu şeyler dışarıdadır. Sıradan ruhunu nasıl sıra dışı bir ruha dönüştürebilirsin? Bunun bir yolu yoktur.

Ve Tanrı hiçbir yol yaratmamıştır. O asla sıradan ruhlar yapmaz, bu yüzden o senin problemini düşünemez. O sana özel, sıra dışı bir ruh vermiştir. Onu başka hiç kimseye vermemiştir. Bu sadece senin için yapılmıştır.

Sana söylemek istediğim şey, özel olduğunu fark et. Onu elde etmeye gerek yok, o zaten orada: Onu fark et. Kendi içine gir ve onu hisset. Kimsenin parmak izi seninki gibi değildir; parmak izi bile aynı değil. Hiç kimsenin gözleri seninki gibi değil; hiç kimsenin sesi seninki gibi değil, hiç kimsenin tadı seninki gibi değil. Sen kesinlikle sıra dışısın. Hiçbir yerde senden bir tane daha yok. İkizler bile farklıdır: Ne kadar aynı gibi gözükseler de farklıdırlar. Onlar farklı yönlere gider, farklı yönlerde büyürler; farklı türden bireyselliğe erişirler.

Bunu fark etmek gerekir.

Özel olmak istemekten nasıl vazgeçebilirim? diye soruyorsun.

Sadece gerçeklere kulak ver. Sadece varlığının içine gir ve gör ve özel olma gayreti kaybolup gidecek. Özel olduğunu bildiğin zaman gayret ortadan kaybolacak. Eğer sana özel olmanı engelleyecek bir teknik vermemi istiyorsan, o zaman bu teknik rahatsız edici olacaktır. Gene bir şey yapmaya çalışıyorsun, gene sen bir şey olmaya çalışıyorsun. Önce özel olmaya çalışıyordun, şimdi özel olmamaya çalışıyorsun. Çalışıyor... çalışıyorsun...şu ya da bu şekilde geliştirmeye çalışıyorsun, fakat asla sen, olduğun şey olduğunu kabul etmiyorsun.

Benim tüm mesajım şudur: Olduğun seni kabul et çünkü Tanrı onu kabul ediyor. Tanrı ona saygı duyuyor ve sen ise henüz varlığına saygı duymuyorsun. Tanrı seni olman, Tanrı seni var olman; dünyasını görmen, müziğini dinlemen, yıldızlarını seyretmen, insanlarını görmen —sevmen ve sevilmen— için seçtiğinden dolayı son derece mutlu ol, daha çok ne isteyebilirsin? Sevin! Yeniden ve yeniden ona sevin diyorum! Ve bu sevincin içinde yavaş yavaş senin içindeki bir yıldırım gibi özel olduğun infilak edecektir.

Fakat unutma ki bu bir ego olarak, özel oluşun birilerinin karşısındaymış gibi gelmeyecek. Hayır, o anda sen herkesin özel olduğunu bileceksin. Sıradan yoktur.

O halde kriter şudur: Şayet, "Ben özelim. Şu adamdan daha özel, şu kadından daha özel" diye düşünürsen, o zaman henüz anlamamışsındır. Bu ego oyunudur. Kıyas olarak özel, herhangi birisine kıyas olarak özel değil; sadece kendin olarak özelsin.

Bir Zen ustasına —onu görmeye bir profesör gelmişti— profesör sordu, "Niçin senin gibi değilim? Benim arzum budur. Niçin senin gibi değilim? Niçin senin gibi sessiz değilim? Niçin senin gibi bilge değilim?"

Usta, "Bekle. Sessizce otur. İzle. Beni izle ve kendini izle. Ve herkes gittiğinde şayet soru hâlâ varsa cevap vereceğim" dedi.

Ve bütün gün insanlar geliyor ve gidiyordu ve müritler soruyordu. Ve profesör giderek çok çok huzursuz oluyordu; zaman boşa harcanıyordu. Ve bu adam, "Herkes gittiğinde..." demişti.

Sonra akşam oldu ve hiç kimse kalmamıştı. Ve profesör, "Artık bu kadar yeter. Tüm gün boyunca bekledim. Benim soruma ne oldu?" dedi.

Ve ay yükseliyordu. Bir dolunay gecesiydi ve usta dedi ki, "Hâlâ yanıtını almadın mı?"

Profesör, "Fakat beni hiç cevaplamadın" dedi.

Usta kahkaha attı, "Tüm gün boyunca pek çok insanı yanıtlıyordum. Şayet izlemiş olsaydın anlardın. Ama hadi dışarı gidelim. Bahçeye gidelim, bahçede dolunay var ve çok güzel bir gece" dedi. Ve usta ona, "Şu selvi ağacına bak," dedi. Büyük bir selvi ağacı, çok yüksek neredeyse aya değiyordu. Ay onun dallarına sarılmıştı. "Ve şu küçük çalıya bak."

Ancak profesör "Neden bahsediyorsun? Sorumu unuttun mu?" dedi.

Usta, "Senin sorunu cevaplıyorum. Bu çalı ve bu selvi ağacı bahçemde yıllardır yaşamakta. Hiçbir zaman çalının selvi ağacına 'Niçin senin gibi değilim?' diye sorduğunu duymadım. Ve selvi ağacının çalıya, 'Niçin senin gibi değilim?' diye sorduğunu duymadım. Selvi ağacı selvi ağacıdır ve çalı da çalıdır; ve her ikisi de kendisi olarak mutludur."

Ben kendimim sen sensin. Kıyaslama çatışma yaratır. Kıyaslama hırs yaratır ve kıyaslama taklit yaratır.

Eğer, "Niçin senin gibi değilim?" diye sorarsan o zaman sen benim gibi olmak için çalışmaya başlayacaksın ve bu senin tüm hayatını boşa çıkarmak olacak: Sen bir taklitçi, bir karbon kopya haline geleceksin. Ve sen bir taklitçi olduğunda kendine olan tüm saygını yitireceksin.

Kendine saygı duyan bir kişi bulmak çok zordur. Niçin bu kadar zor bulunur? Niçin hayata; kendi hayatına saygı yoktur? Ve şayet senin hayatın için yoksa başkaları için nasıl olabilir? Şayet kendi varlığına saygı duymazsan, nasıl gül goncasına ve selvi ağacına ve aya ve insanlara saygı duyabilirsin? Nasıl ustana, babana, annene, arkadaşına, karına, kocana saygı duyabilirsin? Kendine saygı duymadıysan çocuklarına nasıl saygı duyabilirsin?

Ve kendisine saygı duyan bir kimse bulmak çok zor.

Niçin bu kadar zordur? Çünkü sana taklit etmen öğretildi.

Çocukluğundan itibaren sana, "İsa gibi ol" ya da "Buda gibi ol" denildi. Fakat niçin? Niçin Buda haline gelesin? Buda hiçbir zaman sen olmadı. Buda Budaydı. İsa İsa'ydı. Krishna Krishna'ydı. Niçin Krishna gibi olasın? Ne yanlış yaptın? Ne günah işledin ki Krishna olasın? Tanrı asla başka bir Krishna daha yaratmadı. O asla başka bir Buda, başka bir İsa yaratmadı, asla! Çünkü o, aynı şeyleri yeniden ve yeniden yaratmayı sevmez. O bir yaratıcı, o bir üretim hattı değil —Bir Ford gelir, diğer Ford, diğer Ford— Ford arabaları üretim hattından hepsi birbirinin aynı olarak iner durur.

Tanrı bir üretim hattı değildir. O, orijinal bir yaratıcıdır: O asla aynı şeyi yaratmaz.

Ve aynısı değerli olmayacaktır. İsa'nın yeniden senin içine sığmaya çalıştığını bir düşün. Uymayacaktır! O modası geçmiş olacaktır, o antika olacaktır, o sadece bir müzede yararlı olacaktır, başka bir yerde değil.

Tanrı asla tekrar etmez. Fakat sana her zaman için başka birisi olman öğretildi. "Başka birisi ol; komşunun oğlu...komşunun oğlu gibi ol. Bak ne kadar zeki. Bak...şu kız ne kadar zarif şekilde yürüyor. Böyle ol!" Sana her zaman başka birisi gibi olman öğretilmiştir.

Hiç kimse sana kendin ol ve varlığına saygı duy; o Tanrı'nın bir armağanıdır dememiştir.

Asla taklit etme, sana söylediğim şey budur, asla taklit etme.

Kendin ol; bu kadarını Tanrı'ya borçlusun. İçten bir şekilde kendin ol ve o zaman özel olduğunu bileceksin. Tanrı seni çok sevdi bu yüzden sen varsın. Her şeyden önce bu yüzden sen varsın aksi taktirde olmazdın. Bu onun sana olan muazzam sevgisinin göstergesidir.

Ancak senin özel olman başka birisiyle kıyaslanamaz, bu sen komşularına, arkadaşlarına, karına, kocana kıyasla özelsin demek değildir. Sen basitçe özelsin çünkü sen teksin. Senin gibi olan tek kişi sensin. Bu saygının içinde, bu anlayışın içinde özel olmaya çalışma gayreti kaybolacaktır.

Senin tüm özel olma çaban bir yılana bacak takmak gibidir. Yılanı öldüreceksin. Sen düşünürsün ki...yılana olan şefkatin nedeniyle bacak takıyorsun. "Zavallı yılan, bacakları olmadan nasıl yürüyecek?" Sanki yılan bir kırkayağın eline düşmüş gibi. Ve kırkayak yılana büyük bir şefkat duyarak şöyle düşünür, "Zavallı yılan, benim yüz tane bacağım var onunsa hiç yok. Nasıl yürüyecek? En azından beş tane bacağa ihtiyacı var." Ve şayet o, ameliyatla yılana birkaç bacak takarsa yılanı öldürecektir. Yılan olduğu haliyle mükemmeldir, onun hiç bacağa ihtiyacı yoktur.

Sen olduğun halinle mükemmelsin. Kişinin kendi varlığına saygı duyması diye buna derim.

Ve kişinin kendisine saygı duymasının ego ile hiçbir ilgisi yoktur, unutma. Birisine saygı duymak kendi kendine saygı duymak değildir. Bir kimseye saygı duymak Tanrı'ya duyulan saygıdır. O yaratıcıya saygı duymaktır çünkü sen sadece bir resimsin; onun resmi. Resme saygı duyarak sen ressama saygı duyarsın. Saygı duy, kabul et, fark et ve tüm bu aptalca özel olma gayreti kaybolacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder