ZİHİN

İngilizce'de düşünme işlemi için sadece tek bir sözcük vardır bu da zihindir (mind). Ve İngilizce lisanında düşünme işleminin ötesini tanımlayabilen bir sözcük yoktur. Gautam Buda'nın ve Bodhidharma'nın tüm felsefesi düşünme işleminin ötesine nasıl geçileceği üzerinedir. Sanskritçe'de ve Pali dilinde farklı sözcükler vardır: İngilizce'deki zihin (mind) sözcüğünün kökeni olan, tam anlamıyla düşünme işlemi demek olan manus; sonra düşünme işleminin ötesi anlamına gelen bilinç, chitta.



Şu benim geveze zihnimin doğası nedir? Kendimi bildim bileli o sürekli olarak devam ediyor, devam ediyor. Onun kökenleri nedir? Onun kaynağı sizin huzurunuzdayken içinde eriyip gittiği engin sessizliğin içinde bir yerde mi?

Zihin basitçe bir biyolojik bilgisayardır. Çocuk doğduğunda zihni yoktur; onda sürüp giden bir gevezelik yoktur. Onun mekanizmasının işlemeye başlaması için neredeyse üç ila dört yıl gerekir. Ve göreceksin ki kızlar erkeklerden daha erken konuşmaya başlar. Onlar daha büyük geveze kutusudur. Onların daha kaliteli bir biyolojik bilgisayarı vardır.

Onun içine bilgi konulmasına ihtiyaç vardır; bu yüzden şayet hayatını geriye doğru hatırlamaya çalışırsan, eğer bir erkeksen dört yaş civarında bir yerde ya da eğer bir kadınsan üç yaşında takılacaksın. Bunun ötesi bir boşluktur. Sen oradaydın; pek çok olay olmuş olmalı. Pek çok şey gerçekleşmiş olmalıdır fakat kaydedilmiş bir anı yok gibidir bu yüzden hatırlayamazsın. Ancak sen dört ila üç yaşına kadar son derece net bir şekilde hatırlayabilirsin.

Zihin verilerini anne babadan, okuldan, diğer çocuklardan, akrabalardan, toplumdan, kiliselerden...toplar... Her tarafta kaynaklar vardır. Ve küçük çocukları ilk kez konuşmaya başladıklarında aynı sözcüğü pek çok kez tekrar ederken görmüş olmalısın. Coşku! Onlarda yeni bir mekanizma işlemeye başlamıştır.

Cümle kurabildiklerinde tekrar tekrar cümleleri öylesine coşkuyla yaparlar ki. Soru sormaya başlayabildiklerinde her şey hakkında soracaklardır. Onlar senin cevaplarınla ilgilenmiyorlar, unutma! Bir çocuğu bir soru sorarken izle; o senin yanıtınla ilgilenmiyor. O yüzden ona Britannica ansiklopedisinden uzun cevaplar verme. Çocuk senin yanıtınla ilgilenmiyor; çocuk basitçe soru sorabilmekten zevk alıyor. Onda yeni bir beceri oluştu.

Ve o bu şekilde toplamaya devam eder; sonra okumaya başlayacak...ve daha çok sözcükler. Ve bu toplumda sessizliğin bir değeri yoktur ve ağzın ne kadar laf yapıyorsa sen de o kadar değerli olursun.

Senin liderlerin nedir? Politikacıların nedir? Profesörlerin nedir? Din adamların, din bilginlerin, felsefecilerin neyin üzerinde yoğunlaşmıştır? Onların ağzı son derece iyi laf yapar. Onlar sözcükleri nasıl anlamlı, etkili, tutarlı bir şekilde kullanacağını bilir, böylelikle insanları etkileyebilirler.

Toplumumuza sözel olarak kendini çok iyi ifade edebilen insanlar tarafından hükmedildiği çok ender olarak fark edilir. Hiçbir şey bilmiyor olabilirler, bilge olmayabilirler, zeki bile olmayabilirler. Ancak tek bir şey kesindir: Onlar sözcüklerle nasıl oynanacağını bilirler. Bu bir oyundur ve onlar bunu öğrenmiştir. Ve bu onlara saygınlık, para, güç olarak; her şekilde döner. O yüzden herkes buna çabalar ve zihin pek çok sözcükle, pek çok düşünceyle dolu hale gelir.

Ve sen herhangi bir bilgisayarı açıp kapayabilirsin. Fakat zihni kapatamazsın. Kapatma düğmesi yoktur.

Tanrı dünyayı yarattığında, insanı yarattığında, zihin için açıp kapatabileceğin bir düğme yaptığına ilişkin hiçbir referans yoktur. Açma kapama düğmesi yoktur, o nedenle doğumdan ölüme kadar devam eder.

Bilgisayarlardan ve insan beyninden anlayan insanların çok garip bir fikrinin olduğunu bilmek seni şaşırtacaktır. Şayet beyni bir insanın kafatasından çıkartıp mekanik bir şekilde canlı tutarsak, aynı şekilde gevezelik yapmaya devam eder. Onun için kendisinden azap çekmekte olan zavallı kişiye bağlı olup olmamasının bir önemi yoktur; o hâlâ hayal kurar. Artık o makinelere bağlıdır: O hâlâ rüya görür, o hâlâ hayal kurar, o hâlâ korkar, o hâlâ yansıtır, umut eder, şu ya da bu olmaya çalışır. Ve o bütünüyle artık hiçbir şey yapamayacağının; bağlı olduğu kişinin artık orada olmadığının farkında değildir.

Bu beyni mekanik aletlere bağlı olarak binlerce yıl canlı tutabilirsin ve o tekrar ve tekrar aynı şeyler hakkında gevezelik etmeye devam eder çünkü biz ona henüz yeni şeyler öğretmeyi başaramamışızdır. Bir kez yeni şeyler öğretebildiğimizde, o yeni şeyleri tekrar edecektir.

Bilimsel çevrelerde hâkim olan bir fikir vardır: Albert Einstein gibi bir adamın öldüğünde beyninin de ölmesi büyük bir israftır. Beyni kurtarabilseydik ve başka birisine yerleştirebilseydik, o zaman işlemeye devam ederdi. Albert Einstein'ın canlı olup olmamasının bir önemi yoktur; beyin görecelilik kuramı hakkında, yıldızlar hakkında, teoriler hakkında düşünmeye devam eder. Nasıl ki insanlar kan bağışlıyorsa, ölmeden önce gözlerini bağışlıyorsa, beyinlerini de korunmaları için bağışlamaya başlamalarıdır bunun ardındaki fikir. Şayet bizler onların özel beyinler olduğunu hissediyorsak —ve onların ölmesine izin vermek tam bir israftır— o zaman onları nakledebiliriz.

Bir ahmak bir Albert Einstein yapılabilir ve ahmak asla bilemeyecektir. Çünkü adamın kafatasının içinde hiç duyarlılık yok; herhangi bir şeyi değiştirebilirsin ve kişi asla bilmeyecektir. Sadece kişiyi bilinçsiz hale sok ve beyninde neyi istiyorsan değiştir —tüm beyni değiştirebilirsin — ve o yeni bir beyinle, yeni gevezeliklerle uyanacaktır. Ve o hiçbir zaman ne olduğu hakkında şüphe duymayacaktır.

Bu gevezelik bizim eğitimimizdir ve o temelde yanlıştır. Çünkü o sadece işlemin yarısını öğretir: Zihnin nasıl kullanılacağını. O sana onu nasıl durduracağını ve böylelikle nasıl rahatlayacağını öğretmez. Çünkü sen uyurken bile o devam eder. O uyku nedir bilmez. Yetmiş yıl, seksen yıl o sürekli çalışmıştır.

Şayet biz eğitebilirsek...ve benim sende yaratmaya çalıştığım etki bunun mümkün olduğudur. Biz ona meditasyon diyoruz.

Zihne bir düğme koymak ve ona ihtiyaç olmadığında onu kapatmak mümkündür. Bu iki şekilde faydalı olur: Bu sana daha önceden hiç bilmediğin bir huzur, bir sessizlik verecektir ve bu sana gevezelik yapan zihnin yüzünden mümkün olmayan bir kendini tanıma sağlayacaktır. O sürekli seni meşgul etmiştir.

İkinci olarak o zihne dinlenme sağlayacaktır. Ve şayet biz zihne dinlenme fırsatı verebilirsek o birtakım şeyleri daha verimli, daha zekice yapabilir hale gelecektir.

Dolayısıyla her iki tarafta da — bir yandan zihinde ve diğer yandan varlıkta— fayda göreceksin; sadece zihnin çalışmasını nasıl durduracağını öğrenmen ona "Bu kadarı yeterli; şimdi uyu. Ben uyanığım sen endişelenme" demeyi öğrenmen gerekiyor.

Zihni gerekli olduğunda kullan ve o zaman o taze, genç, enerjiyle ve öz suyla doludur. O zaman ne söylersen söyle o sadece kurumuş kemiklerden ibaret değildir; o yaşamla doludur, otoriteyle doludur, hakikatle, samimiyetle doludur ve muazzam bir anlamı vardır. Aynı sözcükleri kullanıyor olabilirsin fakat şimdi zihin dinlenerek o kadar büyük bir güç toplamıştır ki kullandığı her sözcük yanan bir ateş haline, güç haline bürünür.

Dünyada karizma olarak bilinen şey hiçbir şeydir...o basitçe nasıl gevşeyeceğini ve enerjinin toplanmasına izin vereceğini bilen bir zihindir. Böylelikle o kendi şiirini okuduğunda, kendi ilahisini söylediğinde, konuştuğunda hiçbir kanıt ya da hiçbir mantık sunmaya ihtiyacı yoktur: İnsanları etkilemek için sadece kendi enerjisi yeterlidir. Ve insanlar her zaman için bir şey olduğunu bilmişlerdir. Her ne kadar tam olarak onun ne olduğunu tanımlayamasalar da ona karizma demişlerdir.

Belki de ilk kez ben sana karizmanın ne olduğunu söylüyorum çünkü ben onu kendi tecrübelerime dayanarak biliyorum. Gece gündüz çalışan bir zihnin zayıf düşmesi, donuklaşması, etkisizleşmesi, bir şekilde sürünmesi kaçınılmazdır. En iyi ihtimalle o işe yarar; sebze satın almaya devam eder durursun; o faydalıdır.

Ancak bundan daha fazlası için bir gücü yoktur. Bu yüzden karizma sahibi olabilecek milyonlarca insan yoksul, etkisiz, hiçbir otoritesi olmadan, hiçbir gücü olmadan kalır.

Ve şayet bu, yani zihni sessizliğin içine koymak ve onu sadece ihtiyaç olduğunda kullanmak mümkünse —ki bu mümkündür— o zaman o çok büyük bir güçle gelir. O, o kadar çok enerji toplamıştır ki sarf edilen her sözcük doğrudan kalbine gider, insanlar bu karizmatik kişilerin zihinlerinin hipnotik olduğunu düşünür; onlar hipnotik değildir. Onlar gerçekten çok güçlüdür, çok tazedir...o her zaman bahardır. Bu zihin için böyledir.

Varlık için sessizlik, ebediyet için, ölümsüzlük için, kutsama olarak, rahmet olarak düşünebildiğin her şey için yeni bir evrenin kapılarını açar.

Bu yüzdendir ki ben meditasyon elzem olan dindir, yegâne dindir diye ısrar ediyorum. Başka hiçbir şeye ihtiyaç yoktur. Diğer her şey gerekli olmayan bir ayindir.

Meditasyon sadece özdür, özün kendisidir. Ondan hiçbir şeyi koparıp alamazsın.

Ve o sana her iki dünyayı da verir. O sana ahreti —ilahi olan, Tanrısal dünyayı — verir ve o sana bu dünyayı da verir. O zaman sen yoksul olmazsın. O zaman senin bir zenginliğin vardır ama parasal değil.

Pek çok çeşit zenginlik vardır ve zenginliğin kategorileri göz önünde tutulduğunda parası nedeniyle zengin olan bir insan en düşük seviyeli olandır. Bunu şu şekilde söyleyeyim: Maddi olarak zengin adam en yoksul zengin adamdır. Yoksulun tarafından bakıldığında o en zengin yoksul adamdır. Yaratıcı bir sanatçı, bir dansçı, bir müzisyen, bir bilim adamının tarafından bakıldığında, o en yoksul "zengin" adamdır. Ve nihai aydınlanmanın dünyası söz konusu olduğunda ona zengin bile denilemez.

Meditasyon sana kendi özündeki varlığı vererek seni mutlak olarak zenginleştirir ve ayrıca seni göreceli olarak da zenginleştirir çünkü o sahip olduğun belirli yeteneklerin zihinsel gücünü de açığa çıkaracaktır. Benim tecrübem odur ki herkes belirli bir yetenekle doğar ve o yeteneği en üst seviyede yaşamadığı sürece ondaki bazı şeyler eksik kalacaktır. O sürekli olarak orada mevcut olmayan bir şeyin olması gerektiğini hissedecektir.

Zihne biraz dinlenme fırsatı tanı; onun buna ihtiyacı var. Ve bu çok basittir: Sadece ona tanık ol. Ve o sana her ikisini de verecektir.

Yavaş yavaş zihin sessiz olmayı öğrenmeye başlar. Ve bir kez o sessiz olarak güçlendiğini bilirse, o zaman onun sözcükleri sadece sözler değildir; onların daha önce asla sahip olmadıkları bir değeri ve bir zenginliği ve bir kalitesi vardır. Öyle ki onlar doğrudan ok gibi giderler. Onlar mantıksal engelleri devre dışı bırakıp tam kalbe ulaşırlar.

Zihin sessizliğin ellerinde muazzam güce sahip çok iyi bir hizmetkârdır.

O zaman varlık efendidir. Ve efendi zihni ne zaman isterse kullanabilir ve ne zaman gerekirse onu kapatabilir.

Zihin her zaman daha fazlasını ister, o bir dilencidir. Çok eski bir hikâye anlatacağım...

Bir dilenci sarayın kapısını çaldı. Şans eseri tam da kral bahçedeki sabah yürüyüşünden geliyordu. Bu yüzden kapıyı kendisi açtı. Dilenci, "Görünen o ki bu senin için şanslı bir gün" dedi.

Kral da "Benim için mi, senin için mi?" dedi. Dilenci, "Bugünün sonunda bu anlaşılacak. Ben bir dilenciyim ve senden sadece tek bir şey istiyorum. Şu dilenci tasına sahibim; istediğin herhangi bir şeyle onu doldurabilir misin?" dedi.

Dilenci biraz garip görünüyordu, gözleri mistiklerinki gibiydi; onun konuşması dilencininki gibi değil bir imparator gibiydi. Onun tüm aurası muazzam bir otoriteden oluşuyordu. Kral vezirine dilencinin tasını altın paralarla doldurmasını emretti. Böylelikle o bir kralın kapısını çaldığını hatırlayacaktı ve bunun için şanslıydı. Dilenci kahkaha attı.

Kral, "Sorun nedir?" diye sordu.

"Akşama doğru her şey anlaşılacak" dedi. Onun davranışı çok garipti ve çok çekiciydi de. O güzel bir adamdı.

Ve sonra bela geldi. Vezir tası doldurmak üzere bir torba altını getirdi, hepsi kayboldu ve tas boş kaldı. Daha çok para, daha çok para...hazinedeki tüm paralar getirildi ve hepsi kayboldu. Tüm şehir orada toplandı ve haber hemen yayıldı.

Kral "Ne olursa olsun, tüm elmasları, yakutları, zümrütleri getirin. Ama bu dilencinin tasını doldurun" dedi. Fakat her şey onun içinde kayboldu ve tas her zamanki kadar boş kaldı.

En sonunda kral her şeyi yitirdi. Akşam olmuştu. Başkentin her tarafında bütün gün boyunca çok büyük bir heyecan vardı. Kral inatçıydı fakat artık bir anlamı kalmamıştı verebilecek başka hiçbir şeyi yoktu. Dilencinin ayaklarına kapandı ve ona o tasın sırrını sordu. "Bu sihirli bir tas mı? Akşam oldu ve sen bana tekrar tekrar 'Akşama doğru, gün batımında her şey anlaşılacak' demiştin artık zamanı. Ve bir şekilde her şey belli oldu, ben bir dilenci tarafından yenilgiye uğratıldım. Ancak sen sıradan bir dilenci değilsin. Öğrenmek istediğim tek şey bu dilenci tasının sırrının ne olduğu."

Dilenci, "Bu bir sır değil, bu herkesin bildiği bir şey. Dilenci tasına sadece yakından bir bak. O bir adamın kafatasından yapılmıştır" dedi.

Kral "Anlamıyorum" dedi.

"Hiç kimse anlamıyor. Adamın kafatasının içinde onun zihni var. Sen onun içine her şeyi dökmeye devam edersin ve her şey kaybolur. O her zaman daha fazlasını ister. O her zaman boştur. O her zaman bir dilencidir, onu değiştiremezsin. Onu sadece anlayabilirsin ve ondan kurtulabilirsin" dedi.

Senin de durumun bu. Eğer zihni dinlersen kendini tatmin edemezsin; eğer zihni dinlemezsen tam şu an tatmin senindir. Zihnin ıstırabı arasında seçim yapabilirsin... çünkü zihin her zaman mutsuzdur, daha fazlasını ve daha fazlasını ister; bu arzu bitmek bilmez.

Çok zengin olan bir arkadaşım vardı. Zengin doğmamıştı; o yoksul bir adamın oğluydu. Ve biz arkadaşken o yoksul adamın oğlu idi. Hindistan'ın en zengin ailelerinin birisi tarafından evlat edinildi çünkü onların bir oğlu yoktu. Ansızın o, Hindistan'ın en zengin adamı oldu. Bunun tadını çıkarmış olmalıydı. Yüzlerce hayat bile çalışmış olsaydı böylesi büyük bir zenginliğe erişemezdi. Birden ona hiçbir çaba sarf etmeden sahip oldu ama o mutlu değildi. Daha çoğunu istedi.

Sadece para yeterli değildi, o büyük bir lider de olmak istedi. Ve onun parası vardı böylelikle o seçime girdi ve parlamentonun bir üyesi oldu. Ancak bu yeterli değildi. Yine daha fazlası: O bakan olmak istedi. Parası nedeniyle bakan yardımcısı olmayı başardı fakat bu yeterli değildi.

Bana "Ben bir bakan olmak istiyorum" dedi.

"Bunun yeterli olacağını düşünüyor musun?" diye sordum.

"Öyle sanıyorum" dedi.

"Şimdi öyle olduğunu düşünüyorsun, bir kez bakan olduğunda aynı şekilde düşünmeyeceksin" dedim.

O bir bakan oldu ve hemen beni görmeye geldiğinde bana, "Haklıydın. Bakan olduğum gün zihnim bana, 'Çok uzun bir yol kat ettin. Artık ülkenin başbakanı olmak çok uzakta değil. Sadece birkaç adım daha ve başbakan olabilirsin' dedi. Ancak şimdi o kadar gerginim ve endişeliyim ki uyuyamıyorum, hiçbir şeyden keyif alamıyorum. Yemek yerken politika düşünüyorum. Karımla sevişirken başbakanlığı düşünüyorum. Her şey birbirine karıştı. Biraz zihinsel huzur bulmak için bana yardım et" dedi.

"İlk önce başbakan ol. Zihnin sana, 'Şimdi ülkenin başkanı ol' diyecek. Eğer zihnini dinlemeye devam edersen hiç huzurun olamayacak; şayet huzur istiyorsan zihnini dinlemeyi bırak. Ve zihnini dinleyerek elde ettiğin tüm bu şeyleri bir kenara at. Yoksul bir adam olarak sen çok mutluydun, çok neşeliydin. Hiçbir şeyin yoktu fakat sen çok güzel bir varlıktın. Sana paranı çöpe at demiyorum. Sadece zihninin sana hükmetmesine izin verme. O zaman sen nerede olursan ol huzurlu olacaksın" dedim.

Şayet zihnin sana hükmederse cennette bile o, "Cennet bu mu? Daha fazlası olmalı" diyecektir. Tüm evler çok eski ve çürümüş ve kullanılmış görünüyor çünkü onlar ezelden beri buradaydı. Tüm insanlar son derece üzgün ve ciddi görünüyor; onlar da ezelden beri buradaydı. Onların üzerinde çok fazla toz birikmiş ve burada yapacak hiçbir şeyleri yok, onlar haysiyetini yitirmiştir. Onlar cennete ulaşmıştır fakat insanlıklarını kaybetmişlerdir, onlar gülemez.

Kahkaha cennette yasaklanmıştır biliyor muydun? Dünyadaki hiçbir dindeki, hiçbir kutsal kitap mizahın dinsel bir nitelik olduğunu söylememiştir: Benim dışımda. Hiç kimse mizahın dindarlığın içinde olmasına izin vermeye istekli değil. Şu ölü, kemik kadar kurumuş azizlerin cennette ne yapıyor olacağını hayal edebiliyor musun? Âşık olamazlar, iskambil oynayamazlar, futbol maçı bile yapamazlar. Televizyon bile seyredemezler; bu hiç de azizce bir davranış değildir. Onlar bir fincan çay bile içemezler, kahve molası yok ve hatta hiç iş de yok... Onların günleri boştur, onların geceleri boştur; yeryüzüne geri dönmek için yanıp tutuşuyor olmalılar. En azından burada aziz olarak tapınılıyorlardı. Orada hiç kimse onlara tapınmıyor çünkü herkes bir aziz.

Ancak hiç kimse cennetten geri dönemez. Onun girişi vardır ama bir çıkışı yoktur. Bu yüzden cennete girmeden önce bir kez daha düşün: Bu son eylem olacak, sonrasında işin bitmiş demektir. Bu neredeyse kendi mezarına girmek gibidir. Ancak zihin kesinlikle, "Bu cennet değil. Ara! Cenneti bulmaya çalış. Bu bir maskaralık gibi görünüyor, bunun ardında şeytan olmalı. Buna cennet demek sanki çok büyük bir şaka gibi geliyor" diyecektir. Cennette bile zihnin huzura kavuşmana izin vermeyecektir: Huzur ve zihin bir araya gelmezler.

Amerika'daki en meşhur hahamlardan biri olan Joshua Liebman Zihin Huzuru isimli bir kitap —en çok satanlardan birisidir— yazmıştır. Ona bir mektup yazıp "Zihin hakkında bildiğiniz şeyler çöplükten ibaretmiş gibi görünüyor. Zihin huzurunun çelişkili kavramlar olduğunu dahi bilmiyorsunuz ve bu sizin kitabınızın adı. Kitabın adı, Zihin ya da Huzur olmalıydı" dedim.

Mektup onu şoka sokmuş olmalı; asla yanıt göndermedi. Ona yeniden yazdım. "Bu korkaklık bir hahama yakışmıyor. Ya kitabın adını değiştirin ya da bana bir açıklama yapın." Ne kitabın adını değiştirdi ne de bana bir açıklama gönderdi ve ben ise ona çok basit bir soru sormuştum. Zihin huzuru...böyle bir şey yoktur.

Ya huzur vardır, o zaman zihin yoktur ya da zihin vardır ve huzur yoktur. Doğru başlık Zihin ya da Huzur olmalıydı. Fakat o bunu değiştiremez çünkü bu kitaptaki başlıca konudur: Zihin huzuru ve onu elde etmenin yolları. Zihin huzuruna ermenin yolları için yöntemler gösteriyor. Kitabın adını değiştirmek kitaba uymayacaktır.

Onu zor bir duruma soktuğumu anlayabilir; şayet başlığı değiştirirse o zaman kitap başlığa uymayacak. Kitabı baştan aşağı yeniden yazmak zorunda kalacak ve o kitabı tamamen yeniden yazamaz çünkü zihnin tüm gerginliklerinin, kaygılarının, endişelerinin kaynağı olduğunu anlayamaz. O huzurlu olamaz, bu imkânsızdır.

Doğunun binlerce yıllık maneviyat denemelerinin tüm özü budur: Zihin ya da huzur. Seçim senindir. Huzur son derece normal, son derece sıradan, son derece basit bir olgudur. Ve sen onu tecrübe ediyorsun fakat bir yandan zihin sürekli olarak yorumda bulunuyor, "Daha fazlası olmalı. Durma. Aramaya devam et."

Zihne "Kes sesini!" demek zorundasın. O senin zihnin ve ona sesini kesmesini, artık daha fazla onun saçmalıklarına kulak asmayacağını söylemeye hakkın var...

Sahip olduğun her ne ise onun tadını çıkart ve ondan ne kadar keyif alırsan o kadar büyüyecektir. Paradoks budur: Zihin daha fazlasını ve daha fazlasını ister ve daha fazla ve daha fazla endişelenir.

Zihinsizlikte huzuru, sevgiyi, sessizliği yaşarsın. Ve onu yaşayarak o daha çok ve daha çok olur; daha derin ve daha derin. Yavaş, yavaş mutluluğunun kanatları olmaya başlar, o bir kutsamaya, ebedi mutluluğa, rahmete dönüşür.



Her zaman zihnin karşısında olduğunuzu; onu bırakmamız gerektiğini, ona sesini kes dememizi, hakikat arayışında ona gerek olmadığını söylüyorsunuz. Zihin ne için var? O gerçekten bütünüyle zararlı mıdır?

Zihin hayattaki en önemli şeylerden birisidir, fakat sadece bir uşak olarak, efendi olarak değil. Zihin senin efendin olduğu an, işte o zaman sorunlar ortaya çıkmaya başlar; o zaman o kalbinin yerini alır, seni tümüyle ele geçirir. O zaman senin emirlerine uymaktansa, sana emirler vermeye başlar.

Ben zihni tahrip etmeni söylemiyorum. O varoluştaki en evrim geçirmiş olgudur. Ben, "Uşağın efendi olmaması için dikkat et" diyorum.

Aklında tut: Varlığın ilk önce gelir, kalbin ikinci sırada gelir ve zihnin ise üçüncü sırada gelir: Hakiki bir insanın dengelenmiş kişiliği budur.

Zihin mantıktır...son derece kullanışlıdır ve çarşı pazarda zihin var olmadan var olamazsın. Ve ben asla zihnini iş hayatında kullanmamalısın demedim; onu kullanmalısın ancak sen onu kullanmalısın, sen onun tarafından kullanılmamalısın. Ve fark çok büyüktür...

Tüm teknolojiyi, tüm bilimi sana veren zihindir ama o sana çok fazla şey verdiği için senin varlığının efendisi olmaya kalkışmıştır. Hata burada başlar; o bütünüyle kalbinin kapılarını kapatmıştır.

Kalp kullanışlı değildir, onun yerine getirmeye çalıştığı herhangi bir amaç yoktur. Tıpkı bir gül gibidir. Zihin sana ekmek verebilir fakat zihin sana coşku veremez. O senin hayattan tat almanı sağlayamaz. O son derece ciddidir, o gülmeye bile katlanamaz. Ve kahkahasız bir hayat insanlık standartlarının altına düşmüş demektir. O insanlıktan düşük hale gelmiştir çünkü tüm varoluşta sadece insan gülebilir.

Gülmek bilinçliliği ve onun en yüksek gelişimini gösterir. Hayvanlar gülemez, ağaçlar gülemez ve zihninin içinde hapis olmuş insanlar da —azizler, bilim adamları, sözde büyük liderler— gülemez. Onların hepsi çok ciddidir ve ciddiyet bir hastalıktır. O ruhunun kanseridir, o tahrip edicidir.

Ve biz zihnin ellerinde olduğumuz için tüm yaratıcılık yok etmenin hizmetine girmiştir; insanlar açlıktan ölüyor ve zihin daha çok nükleer silah yığmaya çalışıyor, insanlar aç ve zihin aya ulaşmaya çalışıyor.

Zihinde kesinlikle hiç şefkat yoktur. Şefkat için, sevgi için, neşe için, kahkaha için...zihnin esaretinden kurtulmuş olan bir kalbe ihtiyaç vardır.

Kalbin daha yüksek bir değeri vardır. Onun iş hayatında hiçbir faydası yoktur çünkü iş yeri senin tapınağın değildir; iş yeri senin hayatının anlamı değildir. İş yeri insanların tüm etkinlikleri içindeki en düşük olandır.

İsa, "insan tek başına ekmekle yaşayamaz" derken haklıdır. Ancak zihin sadece ekmek sağlar. Hayatta kalabilirsin fakat hayatta kalmak yaşam değildir. Yaşamın daha çoğuna ihtiyacı vardır; Bir dansa, bir şarkıya, bir neşeye.

Bu yüzden ben senin her şeyi yerli yerine koymanı istiyorum: Şayet zihin ve kalp arasında herhangi bir çatışma varsa ilk önce kalbe kulak verilmelidir. Sevgi ve mantık arasındaki herhangi bir çatışmada, mantık belirleyici olamaz, sevgi belirleyici olmalıdır. Mantık sana hiçbir nektar veremez; o kurudur. O hesaplama için iyidir; o matematik için iyidir, o bilimsel teknoloji için iyidir. Ancak o insan ilişkileri için iyi değildir. O senin manevi potansiyelinin gelişimi için iyi değildir.

Kalbinin üzerinde varlığın vardır. Nasıl ki zihin mantıktır, kalp de sevgidir, varlık da meditasyondur. Varlık kendini bilmektir. Ve kendini bilerek sen varoluşun ta kendisinin anlamını bilirsin.

Varlığı bilmek manevi dünyanın içine ışık getirmektir. Ve sen içinde aydınlanmadığın sürece dışarıdaki tüm ışıkların hiçbir yararı yoktur. Senin içinde sadece karanlık var, dipsiz karanlık, bilinçsizlik. Ve senin tüm eylemlerin bu karanlığın, bu körlüğün içinden çıkacak.

Bu yüzden ben zihne karşı bir şey söylediğimde beni yanlış anlama. Ben zihne karşı değilim ve onu yok etmeni istemiyorum.

Ben senin bir orkestra olmanı istiyorum. Aynı müzik enstrümanları şayet sen bir senfoni yaratmayı bilmiyorsan, bir sentez yaratmayı, her şeyi yerli yerine koymayı bilmiyorsan berbat bir gürültü yaratabilir.

Varlık senin en son noktan olmalı...onun ötesinde hiçbir şey yoktur. O senin içindeki Tanrı'nın parçasıdır. O sana ne zihnin verebileceği ne de kalbin verebileceği şeyi verecektir: O sana sessizliği verecektir. O sana huzuru verecektir. O sana dinginliği verecektir. O sana saadeti verecektir ve en sonunda da ölümsüz olma hissini. Varlığı bilerek ölüm bir kurgu haline gelir ve yaşam ebediyetin içine doğru kanatlanır. Kendi varlığının farkında olmayan bir insanın gerçekten canlı olduğu söylenemez. Bu işe yarar bir mekanizma, bir robot olabilir...

Meditasyon aracılığıyla varlığını, varoluşunu, oluşunu araştır. Sevgi aracılığıyla, kalbin aracılığıyla saadetini paylaş.

Sevgi tamamen öyle bir şeydir: Saadetini paylaşmak, coşkunu paylaşmak, dansını paylaşmak, mutlulukla kendinden geçişi paylaşmak.

Zihnin iş hayatında kendine özgü işlevleri vardır fakat eve geldiğinde zihnin gevezelik etmeye devam etmemelidir. Nasıl ki iş elbiseni, şapkanı, ayakkabılarını çıkarıyorsun, zihnine de şöyle demelisin "Şimdi sessiz ol, bu senin dünyan değil." Bu zihne karşı olmak değildir aslında bu zihne dinlenme fırsatı vermektir.

Evde karınla, kocanla, çocuklarınla, ebeveynlerinle, arkadaşlarınla zihne ihtiyaç yoktur. İhtiyaç duyulan şey dolup taşan bir kalptir. Bir evde her yanı kaplayan bir sevgi yoksa o asla bir yuvaya dönüşemez; o bir ev olarak kalır. Ve şayet sen yuvada kendi varlığını tecrübe etmek için birkaç meditasyon anı bulabilirsen bu, yuvayı en üst zirve olan tapınaklığa yükseltir.

Aynı ev...zihin için o sadece bir evdir; kalp için o bir yuva haline gelir; varlık için o bir tapınak haline gelir. Ev aynı kalır; sen değişikliklerden geçersin: Vizyonun değişir, boyutun değişir, her şeye bakışındaki anlayış tarzın değişir. Ve bu üçü de olmayan bir ev tamamlanmamıştır, yoksuldur.

Bu üçü de derin bir ahenk içinde olan insan: Kalbe hizmet eden zihin, varlığa hizmet eden kalp ve tüm varoluşa yayılmış olan zekâya ait varlık... İnsanlar ona Tanrı demiştir; ben ise ona Tanrısallık demeyi seviyorum. Onun üzerinde hiçbir şey yoktur.



Zihin bana mı aittir yoksa o başkaları tarafından mı yerleştirilmiştir?

Zihin senin içindedir fakat o gerçekte toplumun senin içindeki bir yansımasıdır. O senin değildir.

Hiçbir çocuk bir zihinle doğmaz. O bir beyinle doğar. Beyin mekanizmadır; zihin ise ideolojidir. Beyin toplum tarafından beslenir ve her toplum kendi koşullanmasına göre bir zihin yaratır. Bu yüzden dünyada çok sayıda zihin vardır. Hindu zihni kesinlikle Hıristiyan zihninden ayrıdır ve komünist zihin kesinlikle Budist zihinden ayrıdır.

Ancak bireyde zihin sana aitmiş gibi bir yanılsama yaratılır böylelikle birey topluma göre davranmaya başlar, toplumu izler fakat o, kendi isteği doğrultusunda davrandığını hisseder. Bu çok kurnazca bir düzenlemedir.

George Gurdjieff bir hikâye anlatırdı.

Dağların derinliklerindeki bir büyücünün pek çok koyunu vardı ve çobanlardan uzak durmak ve koyunlara göz kulak olmaktan ve her gün onlar ormanda kaybolduğunda onları aramaktan kaçınmak için tüm koyunları hipnotize etti ve her koyuna başka hikâyeler anlattı. Her koyuna ayrı zihinler verdi.

Bir tanesine, "Sen bir koyun değilsin, sen bir insansın bu yüzden diğer koyunlar gibi bir gün öldürüleceğinden, kurban edileceğinden korkmana gerek yok; onlar sadece koyun. Bu nedenle yuvaya dönmek söz konusu olduğunda endişelenmene gerek yok" dedi. Bazılarına "Sen bir aslansın koyun değil" ve bazılarınaysa "Sen bir kaplansın" dedi. Ve o günden itibaren büyücü rahatlamıştı: Koyunlar onlara verilen zihinlere göre davranmaya başladılar.

Bir koyunu öldürebilirdi —her gün kendi besini için, ailesinin besini için bir koyun keserdi— ve aslan ya da insan ya da kaplan olduklarına inanan koyunlar bakıp kıkırdayarak "Koyunların başına gelen şey budur" derlerdi. Fakat onlar eski günlerdeki gibi korkmazdı.

Daha önceden bir koyun kestiğinde tüm koyunlar titrerdi, korkardı. "Yarın benim günüm olacak, daha ne kadar yaşayabilirim?" ve bu yüzden onlar ormana kaçarlardı: Büyücüden uzak durmak için. Ancak şimdi hiç kimse kaçmıyordu. Kaplanlar vardı, aslanlar vardı... her türden zihin onlara yerleştirilmişti.

Zihnin senin değildir: Bu hatırlanması gereken temel şeydir. Senin zihnin rastlantısal olarak içine doğduğun toplumun yerleştirdiği bir şeydir. Şayet Hıristiyan bir evde doğduysan ama hemen bir Müslüman aileye götürüldüysen ve Müslümanlar tarafından yetiştirildiysen aynı zihne sahip olamayacaksın; aklının alamayacağı türden, tamamıyla farklı bir zihne sahip olursun.

İçinde bulunduğumuz çağın dâhilerinden Bertrand Russell Hıristiyan olduğu için değil sadece başkaları tarafından verildiği için Hıristiyan zihninden kurtulmak amacıyla çok büyük bir gayret sarf etti. O her şey hakkında kendi taze bakış açısını arzuladı. O başkalarının gözlüğü ile bakmak istemedi; o gerçeklikle hemen ve doğrudan temas kurmak istedi. O kendi zihnini istedi.

Yani mesele Hıristiyan zihnine karşı olmak değildi; şayet o bir Hindu olsaydı aynı şeyi yapmış olurdu. Şayet o bir Müslüman olsaydı aynı şeyi yapmış olurdu, şayet o bir komünist olsaydı aynı şeyi yapmış olurdu.

Mesele zihninin senin mi olduğu yoksa başkaları tarafından mı içine yerleştirildiğidir. Çünkü başkaları senin içine sana hizmet etmeyen ama kendi amaçlarına hizmet eden bir zihin yerleştirir.

Belli bir çeşit zihne sahip olmak için sen anne baban tarafından, öğretmenler tarafından, din adamları tarafından, eğitim sistemin tarafından hazırlanırsın. Ve tüm hayatın boyunca sen bu belli şekildeki zihin aracılıyla yaşamaya devam edersin. Bu ödünç alınmış bir hayattır. Ve bu nedenle dünyada bu kadar çok sefalet var çünkü hiç kimse kendi hakikatini yaşamıyor, hiç kimse kendisini yaşamıyor. O sadece kendisine yerleştirilmiş olan emirlere uyuyor.

Bertrand Russell çok gayret sarf etti ve Niçin Ben Bir Hıristiyan Değilim adında bir kitap yazdı. Ancak bir arkadaşına yazdığı bir mektupta, "Her ne kadar kitabı yazmış da olsam, her ne kadar bir Hıristiyan olmadığıma inansam da, bu zihni bırakmış olsam da hâlâ derinlerde... Bir gün kendime, Tarihteki en büyük insan kimdir?' diye sordum. Mantıksal olarak Gautam Buda'nın olduğunu biliyordum fakat Gautam Buda'yı İsa Mesih'in üzerine yerleştiremedim."

"O gün tüm gayretlerimin boş olduğunu hissettim, ben hâlâ bir Hıristiyanım. Mantıken İsa Mesih'in Gautam Buda ile kıyaslanamayacağını biliyorum ama bu sadece mantık. Duygusal olarak, hissiyat olarak Gautam Buda'yı İsa Mesih'in üzerine koyamıyorum. İsa Mesih bilinçaltımda hâlâ davranışlarımı, yaklaşımlarımı, tavırlarımı etkiliyor. Dünya benim artık bir Hıristiyan olmadığımı düşünüyor ama ben biliyorum... Görünen o ki bu zihinden kurtulmak kolay değil! Onlar bunu öylesine zekice; öylesine ustalıkla yapmışlar ki."

Ve bu çok uzun bir süreçtir. Asla onun hakkında düşünmezsin. Bir insan en fazla yetmiş beş yıl yaşar. Ve yirmi beş yıl o okullarda, üniversitelerde, kolejlerde olmak zorundadır; hayatın üçte biri belirli bir zihnin yetiştirilmesi için feda edilir. Bertrand Russell başarısız oldu çünkü o, ondan kurtulmayla ilgili hiçbir bilgiye sahip değildi. O savaşıyordu fakat karanlıkta el yordamıyla.

Kesinlikle seni zihninden uzaklaştıracak belirli meditasyon teknikleri vardır ve o zaman eğer istersen onu bırakmak çok kolaydır. Ancak ilk olarak zihinden ayrılmadan onu bırakmak mümkün değildir: Kim kimi bırakacak?

Bertrand Russell zihninin bir yarısıyla diğer yarısına karşı savaşıyordu ve her ikisi de Hıristiyandı. Bu imkânsızdır.

Fakat toplum senin basitçe bir karbon kopya olmanı ister. Asla bir orijinal olmanı istemez.

Sende bir zihin yaratmanın stratejisi belli şeyleri devamlı olarak tekrar etmeyi sürdürmektir. Ve bir yalan dahi sürekli tekrar edilirse bir hakikate dönüşmeye başlar; başlangıçta onun bir yalan olduğunu unutursun.

Adolf Hitler Almanlara tüm ülkedeki sefaletin Yahudiler yüzünden olduğu yalanını söylemeye başladı. Şimdi bu o kadar saçma bir şeydir ki; tıpkı birisinin ülkedeki tüm sefaletin bisikletler yüzünden olduğunu söylemesi gibidir. Bu yüzden tüm bisikletleri yok edersek sefalet kaybolacaktır.

Aslında Yahudiler Almanya'nın belkemiğiydiler, Almanya'daki tüm refahı onlar yaratmıştı. Ve onların başka bir ülkeleri yoktu, bu yüzden —onlar neredelerse— ülkeleri orasıydı. Onların aklında başka bir alternatif yoktu; onlar ihanet edemezdi ve ülkenin refahı için diğer Almanlar ne yapıyorsa onlar da tümünü yapmışlardı.

Ancak Adolf Hitler otobiyografisinde, "Ne söylediğinizin bir önemi yoktur çünkü hakikat diye bir şey yoktur. Hakikat çok sıkça tekrar edilen ve bu sayede bir yalan olduğu unutulmuş olan bir yalandır," der. Bu nedenle ona göre bir yalanla hakikat arasındaki tek fark yalanın taze ve hakikatin eski olmasıdır; aksi taktirde bir fark yoktur. Ve anlaşıldığı kadarıyla bunda bir kavrayış söz konusudur.

Örneğin Hıristiyanlık, Hinduizm, Müslümanlık; bu üç din çocuklarına, "Bir Tanrı vardır," diye sürekli tekrar eder. Jainizm, Budizm, Taoizm, bu diğer üç din "Tanrı yoktur" der. İlk gruptaki üç dinin belli bir zihni vardır. Onların tüm yaşamı Tanrı fikri, cehennem, cennet ve ibadet ile doludur. İkinci gruptaki üç dinde ibadet yoktur çünkü ibadet edilecek kimse yoktur, Tanrı yoktur. Ve bu soru hiç ortaya çıkmaz. Bugünlerde dünyanın yarısı komünisttir. Onlar insanın ruhuna bile inanmazlar. Ve her çocuğa sürekli olarak insan bir maddedir, bir insan basitçe ölür, hiçbir şeyi kalmaz; ruh yoktur, bilinç bir yan üründür denir. Bugünlerde insanlığın yarısı bunu bir hakikat olarak tekrar eder.

Adolf Hitler tamamıyla saçmalamış diye suçlanamaz. Görünen odur ki şayet insanlara herhangi bir şeyi sürekli tekrarlarsan onlar yavaş yavaş buna inanmaya başlar. Ve şayet o asırlar boyunca tekrar edilirse o kalıtsal bir hale gelir.

Zihnin senin değildir.

Ve zihnin genç değildir; o yüzlerce yaşındadır: Üç bin yıl yaşındadır, beş bin yıl yaşındadır. Bu yüzden her toplum zihinle ilgili bir şüphe yaratan herhangi bir kimseden korkar.

Benim suçum budur: Zihninle ilgili olarak sende bir şüphe uyandırıyorum. Ve onun sana ait olmadığını anlamanı istiyorum ve arayış senin kendi zihnini bulmak için olmalıdır. Başka birisinin etkisi altında olmak demek psikolojik olarak bir köle olarak kalmak demektir. Ve hayat kölelik için değildir. O özgürlüğün tadına bakmak içindir.

Hakikat diye bir şey vardır ama bu zihinle onu asla bilemezsin çünkü bu zihin asırlar ve asırlardır tekrar edilen yalanlarla doludur. Bu zihni tamamen bir kenara bırakırsan hakikati bulabilirsin ve varoluşa taze gözlerle, yeni doğmuş bir çocuk gibi bakabilirsin; o zaman ne yaşarsan yaşa hakikattir. Ve şayet sürekli olarak manevi gelişimine başkalarının karışmaması hususunda tetikte kalabilirsen, varoluşla o kadar uyumlu hale geldiğin, öylesine bir olduğun bir an gelir ki...

Sadece bu deneyim dini bir deneyimdir. O Yahudi değildir, Hıristiyan değildir, Hindu değildir. Nasıl olur da herhangi bir deneyim Yahudi, Hindu ya da Müslüman olabilir? Bunun saçmalığını asla görmezsin. Bir şey yersin ve lezzetli dersin ama o Hıristiyan yahut Hindu yahut Budist midir? Bir şeyin tadına bakarsın ve o tatlı dersin ama o komünist midir? O maddeci yahut maneviyatçı mıdır? Bu sorular anlamsızdır. O basitçe tatlıdır, o basitçe lezzetlidir.

Hiçbir aracı olmadan, başkası tarafından sana verilen bir zihin olmadan varoluşu hissettiğinde, ansızın seni dönüştürecek, seni aydınlatacak, uyandıracak, bilincin en yüksek zirvesine seni götürecek bir şeyi tadarsın.

Bundan daha doyurucu bir şey yoktur. Daha büyük bir tatmin yoktur. Daha derin bir rahatlama yoktur. Yuvaya vardın. Hayat bir neşeye, bir şarkıya, bir kutlamaya dönüşür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder