İKTİDAR

Tüm yaşamım boyunca iktidar ve onun sayesinde elde edeceğim tanınmanın peşinde koştum. Şimdi bu, çok sınırlayıcı ve önemsiz görünüyor. Bir yandan da, diğer insanlara ve onların tepkilerine bağımlı olmayan —daha çok kendi içimde olan— daha hakiki türde bir iktidar olduğunu hissediyorum. Lütfen bunlar için hissettiğim çekim hakkında konuşabilir misiniz?

Sorunun çok derin bir titizliğe ihtiyacı vardır çünkü ona evet diyebilirim ve aynı zamanda ona hayır da diyebilirim. Evet demeyeceğim; daha büyük olasılık hayır için söz konusu. Ve sana nedenlerini açıklayacağım.

Zihin seninle şu şekilde oyun oynamayı sürdürür. Diyorsun ki, "Tüm yaşamım boyunca iktidar ve onun sayesinde elde edeceğim tanınmanın peşinde koştum." Bu hakikat içeren samimi bir itiraf. Pek çok güç-odaklı insan bunun farkında bile değildir; onların iktidar arzusu neredeyse bilinçsiz olarak kalır. Başkaları bunu görebilir ama kendileri bunu göremez.

Bu iktidar hırsı insana acı veren en büyük hastalıklarından birisidir. Ve tüm eğitim sistemlerimiz, tüm dinlerimiz, tüm kültürlerimiz ve toplumlarımız bu hastalığın mutlak destekçileridir.

Herkes çocuğunun dünyadaki en büyük adam olmasını ister. Anneleri çocukları hakkında konuşurken dinle; sanki hepsi Büyük İskender'i, Korkunç İvan'ı, Joseph Stalin'i, Ronald Reagan'ı doğurmuştur...

Beş milyar insan iktidara doğru koşuyor. Kişi bu muazzam iktidar arzusunun senin içindeki boşluktan ortaya çıktığını anlamalıdır.

Güç odaklı olmayan bir insan, olduğu haliyle huzurlu, doymuş, tatmin olmuş bir insandır. Onun varlığının kendisi varoluş için büyük bir minnettir; daha fazlası istenmez. Sana verilen tüm şeyleri asla istememiştin. Bu sadece varoluşun cömertliğinden gelen bir armağandır.

Ve bunlar iki farklı yoldur: Birisi iktidar arzusu, diğeri ise kaybolma arzusu.

"Şimdi bu, çok sınırlayıcı ve önemsiz görünüyor..." diyorsun. Sadece sınırlayıcı ve önemsiz değil, hastalıklı ve çirkin. Diğer insanlar üzerinde iktidar sahibi olmak demek, onların haysiyetini almak, bireyliğini mahvetmek, onları köleliğe zorlamak demektir. Sadece çirkin bir zihin bunu yapabilir.

"Bir yandan da, diğer insanlara ve onların tepkilerine bağımlı olmayan —daha çok kendi içimde olan — daha hakiki türde bir iktidar olduğunu hissediyorum" diye soruna devam ediyorsun. Bu söylediğinde biraz hakikat vardır ama bu senin tecrübe ettiğin bir şey değil.

Başkalarına hükmetmekle kesinlikle hiçbir alakası olmayan ama bir çiçeğin yapraklarını açmasıyla alakalı olan bir güç vardır...hiç bu gücü, bu ihtişamı gördün mü? Sen hiç yıldızlı bir gecenin —kimseye hükmetmeyen— gücünü gördün mü? Sen hiç en küçük yaprağın güneş altındaki, yağmurdaki dansını gördün mü? Onun güzelliğini, onun ihtişamını, onun neşesini? Onun başka hiç kimseyle bir alakası yoktur. Onun kendisini görmek için birilerine bile ihtiyacı yoktur.

Bu gerçek bağımsızlıktır. Ve o seni, hayatının her an içinden çıktığı varlığının merkezine götürür. Ancak bu güce iktidar dememek gerekir çünkü bu kafaları karıştırır.

"İktidar" sözcüğünün kendisi başka birisinin üzerinde demektir. Çok büyük anlayış sahibi insanlar dahi konunun özünü kaçırmıştır. Hindistan'da Jainizm adında bir din vardır...jaina sözcüğünün anlamı "fetheden"dir. Orijinal anlam kesinlikle senin bahsettiğin şey olmalıydı: Bir yaprağın açılmasından ve çiçeğin hoş kokularını açığa çıkarmasından ortaya çıkan güç. Ancak ben Jainizm geleneğine derinlemesine baktım. Onlar bir adamı "fatih" olarak adlandırdıklarında, onun kendisini de fethettiğini söylerler. Birisi fethedilmek zorundadır.

Onlar Mahavira'nın adını değiştirdiler; onun adı Vardhamana'dır. Mahavira'nın anlamı "büyük fatih"tir, muzaffer insandır. Ancak Mahavira'nın kendisini fethetmiş olduğu fikrinin ta kendisi, şayet basit psikolojik terimler indirgenecek olursa, onun yağmurda, soğukta çıplak durması; aylar boyunca durmadan oruç tutma adına aç kalabilmesi anlamına gelir. On iki yıllık disiplin ve hazırlık süresince, sadece bir yıl yemek yemiştir. Sürekli olarak değil —bir ay aç dururdu, sonra bir gün yerdi; iki ay yemek yemezdi, sonra birkaç gün yerdi— fakat on iki yıl içerisinde yediği zamanlar toplamda bir yıla denk gelir. On bir yıl boyunca bedenine eziyet etti.

Kendine yahut başkalarına eziyet etmenin —diğerinin kendisini savunabileceği haricinde— hiçbir farkı olmadığını anlamak için derin bir anlayışa ihtiyaç vardır. En azından bu olasılık vardır. Şayet kendine işkence yapmaya başlarsan seni savunacak hiç kimse yoktur. Kendi bedeninle istediğin her şeyi yapabilirsin. Bu basitçe mazoşizmdir. Benim anlayışıma göre bu, kendi varlığının kaynağını bulmak değildir.

Bu nedenle ben onu iktidar olarak adlandırmıyorum çünkü sözcük kirletilmiştir.

Ben ona huzur, sevgi, şefkat demek isterim…sen sözcüğü seçebilirsin. Ancak iktidar saldırgan insanların elinde olmuştur; onların kendilerine mi, başkalarına mı şiddet uyguladıklarının önemi yoktur. Zannediyorum ki başkalarına karşı saldırgan olan insanlar daha doğaldılar ve kendilerine karşı saldırgan olan insanlar ise mutlak bir şekilde psikopattılar. Ancak, kendisine işkence yapan insanlar senin azizlerin haline gelmiştir. Onların tüm dünyaya yaptıkları katkı kendine işkence yapma disiplinidir.

Çivili yataklarda uyuyan azizler vardır. Onlar hâlâ oradadırlar; onları Varanassi'de bulabilirsin. Belki bu iyi bir gösteri olabilir ama çok çirkindir ve kötülenmelidir. Bu insanlara saygı gösterilmemesi gerekir. Bu insanlar suçludurlar çünkü onlar mahkemeye bile gidemeyecek olan bir bedene karşı suç işlemektedirler.

Bu yüzden ikinci kısım çok iyi anlaşılmalıdır; aksi taktirde iktidar hırsının seni ele geçirmesi, yine başka bir kılıkta mevcut olacaktır. Şimdi de sen kendi üzerinde iktidar kurmaya çalışacaksın. Ve görünen o ki olan şey budur.

Diyorsun ki, "...diğer insanlara ve onların tepkilerine bağımlı olmayan —daha çok kendi içimde olan — daha hakiki türde bir iktidar olduğunu hissediyorum." Başka insanlar ve onların tepkilerini referans vermen bile farklı bir şekilde düşünmediğini ima ediyor. Önceleri insanların seni tanımalarıyla ilgileniyordun; güçlü bir adam olmalısın, bir dünya fatihi, bir Nobel sahibi yahut başka türden bir aptallık. Ancak herkes bir Büyük İskender olamaz. Ne herkes bir Nobel ödülü sahibi olabilir ne de herkes bazı konularda başkalarından daha iyi olabilir.

Bunun bir dönüm noktası olur: Bunun mümkün olmadığı bir durumda kendini bulursun —ya da çok aşırı rekabet vardır ve sen ezilirsin; senden çok daha iyi insanlar vardır, rekabet çok daha tehlikelidir— başka insanlara ilişkin hiçbir referansın olmadığı, herkesten bağımsız olan kendi içine çekilmek daha iyidir. Bu kadar bağlantı bile senin şimdi de aynı türden başka bir yolculuğa koyulduğun sonucu çıkartmam için yeterlidir. Önce başkalarına hükmetmeye çalışıyordun, şimdi kendi kendine hükmetmeye çalışıyorsun. İnsanların disiplin dedikleri şey budur.

Ezop'un meşhur bir masalı aklıma geldi. Mango mevsimi gelmişti ve bir tilki olgun mangolara ulaşmaya çalışıyordu ama çok yüksekteydiler. Tilkinin zıplayışı onları yakalamak için yeterince yüksek değildi. Birkaç kez denedi; ama sonra bunun imkânsızlığını görerek kimse ona bakıyor mu diye etrafına bakındı. Küçük bir tavşan tüm sahneyi seyrediyordu. Tilki, yenilgisini belli etmeden yürüyüp uzaklaştı ama tavşan, "Teyzeciğim ne oldu?" diye sordu. Tilki de tavşana, "Evladım bu mangolar henüz olgunlaşmamış" dedi.

Şayet iktidar hırsını değiştirirsen, Ezop'un masalındaki gibi olmamalıdır. En önce iktidar hırsının nereden kaynaklandığını anlamalısın. O senin boşluğundan, aşağılık hissinden çıkıyor.

Bu çirkin hükmetme arzusundan özgürleşmenin yegâne doğru yolu kendi boşluğunun içine onun tam olarak ne olduğunu görmek için girmektir. Güç oyunları aracılığıyla ondan kaçmaktasın. Şimdi tüm enerjini kendine işkence etmeye değil, herhangi bir mazoşizm disiplini yaratmaya değil kendi hiçliğinin içine girmeye akıt: Nedir o?

Ve o zaman senin hiçliğinin içinde güller açar. Ebedi yaşamın kaynağını orada bulursun. Artık aşağılık kompleksinin pençesinde değilsindir ve başka insanları referans almazsın. Kendini bulmuşsundur.

İktidar hırsına kapılmış insanlar kendilerinden giderek uzaklaşıp dururlar. Zihinleri ne kadar uzaklaşırsa, o kadar boşlaşırlar. Ancak boşluk, hiçlik gibi sözcükler kötülenmiştir ve sen de bu fikri kabul etmişsindir. Hiçliğin güzelliğini kabul etmektense ... Onun saf sessizliğini. Onun sessiz müziğini. Onunla kıyaslanacak bir mutluluk yoktur. O saf saadettir.

Bu deneyim nedeniyle Gautam Buda kendisiyle olan nihai yüzleşmesine nirvana demiştir. Nirvana "hiçlik" demektir. Ve bir kez sen hiçliğinle barışık hale geldiğinde, tüm gerginliklerin, çatışmaların, endişelerin kaybolur. Hiçbir ölümü bilmeyen kaynağı bulmuşsundur.

Yine, seni uyarmak isterim: Buna "güç" deme. Ona sevgi de, saadet de çünkü bu "güç" öylesine kirletilmiştir ki sözcüğün dahi saflaştırılmaya ihtiyacı vardır. Ve onun yanlış çağrışımları vardır.

Bu dünyaya, temelde aşağılık hisseden ama aşağılık hislerini bir çeşit güç ile, herhangi bir tür güç ile örtmeye çalışan insanlar tarafından hükmedilmektedir. Onlar pek çok yöntem yaratmıştır. Kesindir ki herkes ülkenin başkanı olamaz; o zaman onlar ülkeleri eyaletlere bölerler. O zaman pek çok insan vali, hükümet başkanı olabilir. Sonra hükümet başkanının işini bölersin: O zaman pek çok insan bakan olabilir ve onların altında pek çok insan eyalet başkanı olabilir. Tüm hiyerarşi aşağılık kompleksinden muzdarip olan insanlardan oluşur. En düşük memurdan başkana kadar hepsi aynı hastalığa tutulmuştur.

Sıradan insanlar doğal olarak iktidar sahibi değildir. Onlar sadece iktidar sahibi insanlara uzaktan bakıp, "Aynı onur, aynı kabul bana da verilmiş olsaydı, ben de önemli birisi olurdum. Ben de zamanın kumsalında ayak izlerimi bırakırdım" derler. Onları iktidar hırsı kaplar. Ancak, Gautam Buda gibi doğuştan iktidarda olup bunun kesinlikle anlamsız bir eylem olduğunu görerek ondan vazgeçen insanlara bak. İçeride aynı insan olmaya devam edersin. Milyarlarca doların da olsa senin içinde hiçbir değişiklik yaratmayacak.

Sadece değişiklik, senin içindeki dönüşüm sana huzur verecek. Bu huzurun içinden senin sevgin çıkacak; bu huzurun içinden senin dansın, senin şarkın, senin yaratıcılığın gelecek. Fakat sen sadece "iktidar" sözcüğünden uzak dur.

Şu an sen onun hakkında sadece düşünüyorsun. Düşünmenin bir faydası olmayacaktır. Düşünmek iktidar için, para için, prestij için, saygınlık için rekabet etmek istiyorsan gayet iyidir. Ancak, kendi varlığında yerleşmek için zihin kesinlikle gereksizdir. Bu yüzden buradaki tüm çaba seni zihninden meditasyona, düşüncelerden sessizliğe getirmektir.

Bir kez manevi varlığını tattığında, tüm açgözlülük, para, iktidar hırsı basitçe buhar olur. Kıyas yoktur. Sen kendi içinde Tanrı'yı buldun; daha fazla neyi isteyebilirsin ki?

İrade herkese çok büyük bir değermiş gibi öğretilmektedir. Her çocuğa irade sahibi olması söylenir. Ve irade ise senin doğallığına karşı bir şeydir; o zaman huzurlu, dingin olamazsın. Çiçeklerin açmak için çok şey yaptığını mı sanıyorsun? Ağaçlar büyümek için çok mu çalışırlar? Hiç çalışmazlar.

Lao Tzu, "Ağaçlara bak, nehirlere bak, yıldızlara bak ve 'eylemsiz eylemin' ne olduğunu anlayacaksın" derdi.

Kesinlikle nehir okyanusa doğru akıyor ama sen ona eylem diyemezsin çünkü onu okyanusa doğru gitmeye zorlayan bir irade yoktur. O son derece kolaydır; acele yok hız yok, ulaşması gerektiğine dair bir özlem dahi yok, diğer nehirler belki de ondan önce ulaşabilir diye bir rekabet yok. Şarkı söyleyerek, dağların arasında, vadilerin arasında, düzlükler arasında dansını ederek, amaca ulaşır mı diye endişe etmeden, o basitçe gidiyor. Her an o kadar değerli ve güzel ki yarın kimin umurunda?

İrade, sende sahte bir kişilik oluşturmak için kullanılmıştır.

İrade, ego denen çirkin varlık için kullanılan diğer bir güzel addır.

Bu yüzyılın en büyük psikologlarından birisi olan Alfred Adler tüm kendi psikolojik analiz sistemini; insanın tüm problemlerinin iktidar hırsından kaynaklandığı basit olgusuna dayandırmıştır. O birisi, özel birisi, diğerlerinden üstün, başkalarından daha kutsal birisi olmaya çalışır. Onun pazaryerinde mi yoksa bir manastırda mı olduğunun bir önemi yoktur; mücadele zirvede olmak içindir.

Ne kadar savaşırsan ve ne kadar başarılı olursan kendi varlığından o kadar uzaklaşırsın çünkü daha çok ve daha çok endişeli, daha çok ve daha çok yetişkin olursun. Yaşamın sürekli bir mutsuzluk haline; başaramama korkusuna dönüşür. Başarmış bile olsan birisinin seni pozisyonundan uzaklaştırabileceği korkusu... Bir şey elde etmek için yaşayan bir insan asla huzurlu olamaz.

Dolayısıyla sen bir taraftan bu yoğun eylemi yaratmışsındır. Belki de sen meditasyonun yoğun bir eyleme gereksinim duyduğunu sanıyorsun? O sadece rahatlamaya gereksinim duyar. O, elde etmeye çalışan zihnin kendisini bırakmaya, herhangi bir gelecek olduğunu unutmaya, bu anın kendi içinde yeterli olmasına izin vermeye, onun içinde mutlu olmaya ve bir sonraki anın kendi başının çaresine bakmasına, ihtiyaç duyar.

Şayet bu anın içinde mutlu olabilirsen, gelecek olan anın içinde daha çok mutlu olacaksın çünkü mutlu olmada, dans etmede, şarkı söylemede daha çok ve daha çok uzmanlaşacaksın. Ve kendin hakkında — başka birisi olmak zorunda olmadığın konusunda — daha çok ve daha çok güvenli hale geleceksin. Kim olursan ol, zengin olmadan, iktidarda olmadan, dünyaca ünlü olmadan, meşhur olmadan nihai saadetin tadını çıkartmaya muktedir olacaksın.

Herhangi bir kimse olabilirsin ve varoluşun tüm hazineleri senin olabilir çünkü onlar senin dışında değildir. Sen kendi içsel zenginliğinin farkında değilsin.



Lütfen iktidarın kötüye kullanılması hakkında konuşabilir misiniz?

Meşhur bir İngiliz felsefecinin bir sözü vardır: "İktidar çürütür, mutlak iktidar mutlaka çürütür." Onunla aynı fikirde değilim. Benim analizim tamamıyla farklı. Herkes şiddetle, hırsla, öfkeyle, tutkuyla doludur ama iktidarı yoktur; o aziz olarak kalır. Saldırgan olmak için iktidara sahip olman gerekir. Açgözlülüğünü doyurmak için iktidarda olman gerekir. Tutkularını tatmin etmen için iktidarda olman gerekir.

O nedenle iktidar eline geçtiğinde, tüm uyuyakalmış köpeklerin havlamaya başlar, iktidar senin için bir fırsata, bir besine dönüşür, iktidar insanı çürütmez, çürük olan sensin. İktidar sadece senin çürümüşlüğünü açığa çıkarır. Sen birisini öldürmek istedin ama öldürmek için bir iktidarın yoktu; fakat şayet iktidara sahipsen öldüreceksin.

Seni çürüten şey iktidar değil, içinde taşıdığın çürümüşlüktür; iktidar sadece sana canının istediği şeyi yapma özgürlüğü verir.

Gautam Buda gibi insanların elindeki iktidar çürümez; tam tersine insanlığın bilincini yükseltmesine yardım edecektir. Cengiz Han'ın elindeki iktidar insanları yok eder, kadınlara tecavüz eder, insanları canlı canlı yakar. Tüm köyler insanların dışarı çıkmasına izin verilmeden yakılır. Bu iktidar değildir...bu adam, Cengiz Han tüm bu arzuları içinde taşıyor olmalı.

Bu tıpkı yağmur geldiğinde farklı bitkilerin büyümeye başlaması gibidir; ancak farklı bitkilerin farklı çiçekleri vardır. Senin tohumlarında ne varsa, potansiyelinde ne varsa iktidar sana bir şans verir çünkü insanların çok büyük bir kısmı öylesine bilinçsizce yaşar ki iktidara geldiklerinde tüm bilinçaltı içgüdüleri tatmin olmak için bir şansa sahip olur. O zaman onlar, bu insanları öldürüyor mu, bu insanları zehirliyor mu umursamazlar...

Bana iktidarın kötüye kullanılmasını soruyorsun. İktidar kötüye kullanılır çünkü senin çirkin, hayvanlardan miras kalmış olan arzuların vardır.

Daha iyi bir dünyadaki ilk şey şu olmalı... Çocuklarımızı eğitmek için hayatın üçte birini çöpe atıyoruz. Bu üçte birlik hayattan biraz zaman onların bilinçaltını temizlemeye ayrılmalıdır. Bu sayede, üniversiteden mezun olduklarında ve bir yerde bir türden iktidara sahip olduklarında — birisi bir polis komiseri olacak, birisi bir vali olacak, birisi bir başbakan olacak— şayet bilinçaltlarında zehirli, yıkıcı olan bir şey yoksa, o zaman iktidar kötüye kullanılamaz. Onu kim kötüye kullanacak? İktidar nötrdür.

İktidarın kendisi nötrdür. İyi bir adamın elinde o bir kutsamadır. Bilinçsiz bir adamın elinde bir lanet olacaktır. Ancak binlerce yıldır biz, iktidarın kötülenmemesi gerektiğini aklımıza getirmeden iktidarı kötüledik. İnsanlar içlerinde saklı olan tüm çirkin içgüdülerden temizlenmelidir çünkü herkes şu ya da bu türden iktidara sahip olacaktır.

Bu muazzam bir iktidar olmak zorunda değildir. Tren istasyonunda oturup bilet satıyor olabilirsin ama bu da sana bir güç verir. Bankoda duruyorsun ve adam sana bakmıyor bile. Dosyalarını çevirmeye devam edip duruyor; ve onun dosyayla bir ilgisinin olmadığını anlayabiliyorsun, o basitçe sana yerinin neresi olduğunu gösteriyor. Kondüktörün ofisinin dışında oturan memur bile sanki memleketin başkanı gibi davranıyor; yani nerede olduğunla ilgili bir mesele değildir bu. Nerede olursan ol bir çeşidinden iktidara sahip olacaksın.

Hindistan'ın Müslüman hükümdarlarından Aurangzeb babasının ölmesini yahut yaşlanmasını ve böylelikle de onun yerine geçmeyi bekleyemeyecek kadar sabırsızdı. Kendi babasını hapse attırdı ve ülkenin hükümdarı oldu. Babası tüm yaşamı boyunca meşguldü. Oturmakta olduğu hapishane hücresinden oğluna bir mesaj yolladı: "En azından bana otuz tane çocuk gönder de onlara kutsal Kuran'ı öğreteyim."

Ve Aurangzeb'in huzurundakilere yaptığı yorum çok önemlidir: "Bu yaşlı adam iktidarı kaybetmek istemiyor. Artık o hükümdar değil. Fakat otuz çocuk...onlara kutsal Kuran'ı öğreterek bu küçük çocuklar üzerinde yeniden iktidar kuracak."

Psikologlar hayatta rekabet etmekten ve iktidar sahibi olmaktan korkan insanların daha basit bir yol seçtiklerini söylüyorlar: Onlar okullarda öğretmen olurlar. Küçük çocuklar...ve sen onları tedirgin edebilirsin, dövebilirsin; bu yasal değildir ama her ülkede olur.

Daha geçen gün bazı vakalar bulunduğu haberini okuyordum... ancak hükümet bu gerçekleri gizlemeye devam ediyor. İlk kez bu kabul edilmiştir çünkü artık bu çok fazla olmuştur, öğretmenler çocuklara o kadar sert vuruyorlar ki tüm hayatları boyunca sağır oluyorlar.

Bir oğlan...kendi babası zincirlemiş; neredeyse on yıl zincirli kalmış, evdeki bir sütuna bağlanmış. Neredeyse bir hayvana dönüşmüş. Ayağa kalkamıyor, sadece eller ve ayaklarıyla hareket edebiliyor ve karanlıkta yaşamaya zorlandığı için görme duyusunu yitirmiş.

Anne babalar bile iktidarı kullanır. Öğretmenler iktidarı kullanır, kocalar iktidarı kullanır, karıları iktidarı kullanır. Nerede olduğunun bir önemi yoktur.

Şayet insanoğlu derin psikolojik anlayışa ulaşırsa ve insanın bilinçaltını değiştirirse böylelikle tohumlar kalmaz, iktidar yağmaya devam eder ama hiç çürüme çiçekleri olmaz. Aksi taktirde iktidar her zaman kötüye kullanılacaktır. Ve iktidarı insanların ellerinden alamazsın; birileri anne olmak zorundadır, birileri baba olmak zorundadır, birileri öğretmen olmak zorundadır.

İnsanların bilinçaltını temizlemenin, varlıklarını ışıkla doldurmanın yegâne yolu meditasyondur.

Sadece meditasyon sana çürütülemeyecek olan temiz bir kalp verir. O zaman iktidar asla kötüye kullanılamaz, o zaman iktidar bir kutsama olabilir; o yaratıcı olacaktır. O zaman sen hayatı daha sevilebilir, daha yaşanabilir kılıyorsun; varoluşu biraz daha güzelleştiriyorsun. Ancak bu büyük gün henüz gelmemiştir ve bu büyük günün gelmesi için bir çaba sarf ettiğinde tüm iktidar bağımlısı insanlar sana karşı olacaklardır.

Bana defalarca ve defalarca sorulmuştur, "Niçin tüm dünya senin karşında?" diye.

Onların hepsi iktidar bağımlısı insanlardır ve ben ise insanı bir dinginlik havuzuna; huzur ve sessizlik ve sevgi ve sonsuz mutluluk haline getirmek istiyorum.



Niçin kadınlar, erkeklerin cinsel arzularına karşı öfke de duysalar onlara çekici olmaya çalışırlar?

Bunda politik bir strateji vardır. Kadınlar çekici olmaktan hoşlanır çünkü bu onlara iktidar hissi verir; ne kadar çekicilerse erkekler üzerinde o kadar güçlü olur. Ve kim güçlü olmak istemez ki? Tüm hayatları boyunca insanlar güç için mücadele ediyor.

Niçin parayı arzuluyorsun? O güç verir. Niçin ülkenin başbakanı yahut cumhurbaşkanı olmak istiyorsun? O güç verir. Niçin saygınlık, prestij istiyorsun? O güç verir. Niçin bir aziz olmak istiyorsun? O güç verir.

İnsanlar farklı şekillerde güç arayışı içerisindedir. Kadınlara başka bir güçlü olma kaynağı bırakmadın, sadece tek bir çıkış var: Bedenleri. Bu nedenle onlar sürekli olarak daha çok ve daha çok çekici olmakla ilgileniyorlar.

Bunu hiç gözlemlemedin mi: Modern kadın çok da fazla çekici olmakla ilgilenmez. Niçin? Çünkü o diğer türden güç politikalarına girmektedir. Kadın eski esaretinin dışına çıkıyor. Üniversitelerde akademik unvanlar için erkeklerle savaşacak; o iş hayatında rekabet edecek; siyasette rekabet edecek. Onun pek de çekici görünmek için endişelenmeye ihtiyacı yok.

Erkek hiçbir zaman çekici olmayı fazla umursamamıştır. Niçin? Bu tamamen kadına bırakılmıştır. Kadın için bu birazcık güç elde etmek için yegâne kaynaktı. Ve erkekler için o kadar çok başka kaynak vardı ki çekici görünmek biraz kadınsı, dişil gelmiştir. Bu kadınlara göre bir şeydir.

Bu her zaman böyle olmamıştır. Geçmişte kadınların erkekler kadar özgür olduğu bir dönem vardı. O zamanlar erkekler çekici olmakla kadınlar kadar ilgiliydi. Krishna'ya, onun güzel ipekten elbiseler içindeki, flütü, her çeşidinden takıları, küpeleri, tavus kuşu tüylerinden taçları olan resimlerine bak. Ona bir bak! O ne kadar güzel görünüyor.

O günler, erkeklerin ve kadınların canları ne isterse yapmak için mutlak özgürlüğe sahip olduğu günlerdi. Sonra kadınların bastırıldığı çok, çok uzun bir karanlık çağ geldi. Bu, din adamları ve senin sözde azizlerin yüzünden böyle oldu. Senin azizlerin her zaman kadınlardan korkmuştur çünkü kadın çok güçlü görünür; kadın o kadar güçlü görünür ki azizin azizliğini dakikalar içinde yok edebilir.

Bir annenin oğlunu akıllandırabilmesi için yirmi beş yıl çabaladığı ama bir kadının gelip birkaç dakika içerisinde onu bir aptala çevirdiği söylenir. Bu yüzden anneler asla gelinlerini affedemezler. Asla! Zavallı yaşlı kadıncağızın bu adama birazcık zekâ verebilmesi yirmi beş yıl aldı ve birkaç dakika içerisinde uçup gitmiştir! Bu kadını nasıl affedebilsin?

Senin azizlerin yüzünden kadınlar kötülenmiştir; onlar kadınlardan korktular. Kadın bastırılmak zorundadır. Ve kadınlar bastırılmış olduğu için, hayattaki tüm rekabet etme kaynakları, hayata akışları ellerinden alınmıştır. O zaman tek bir şey kalır: Bedenleri.

Bana soruyorsun: "Niçin kadınlar, erkeklere çekici olmaya çalışırlar?" Bu yüzden; bu onların yegâne gücüdür. Ve kim güçlü olmak istemez ki? Gücün sadece mutsuzluk getirdiğini, gücün tahripkâr, saldırgan olduğunu anlamadığın sürece; anlayışın sayesinde güç arzusu ortadan kalkmadığı sürece, kim güçlü olmak istemez?

Ve, "...fakat kadınlar niçin erkeklerin cinsel arzularına karşı öfke de duysalar onlara çekici olmaya çalışırlar?" diye soruyorsun.

Aynı nedenden. Kadın sadece senin önündeki bir havuç gibi asılı durduğu sürece —asla kendini sunmadan ve her zaman kendini sunarak, çok yakın ve çok uzak olarak— güçlü kalır. Sadece o zaman güçlüdür. Şayet hemen dizlerine kapanırsa, o zaman güç kaybolur. Bir kez onu kullandığında, bir kez onu sömürdüğünde işi bitmiştir, artık senin üzerinde bir iktidarı yoktur. O yüzden o seni cezp eder ve senden uzakta durur. Seni cezp eder, seni kışkırtır, seni baştan çıkarır ve ona yaklaştığındaysa basitçe hayır der!

Şimdi, bu basit bir mantık. Eğer evet derse onu bir mekanizmaya indirgersin; onu kullanırsın. Ve hiç kimse kullanılmak istemez. Bu aynı güç oyununun diğer yüzüdür. Güç diğerini kullanabilme kapasitesi demektir ve birisi seni kullandığında senin gücün gitmiş demektir, sen güçsüzleştirilmişsindir.

Bu yüzden hiçbir kadın kullanılmak istemez. Ve sen bunu asırlardır yapmaktasın. Aşk çirkin bir şey halini almıştır. O en yüksek onur olmalıdır ama değildir çünkü erkek kadını kullanmıştır ve kadın buna öfkelidir, buna direnir doğal olarak. O bir nesneye indirgenmek istemez.

Bu yüzden karılarının etrafında kuyruğunu sallayarak dolanan kocaları ve tüm bu saçmalıkların üzerindeymiş gibi —senden daha kutsalım— bir tavra sahip karılarını göreceksin. Karıları sanki seksle, çirkin seksle ilgili değillermiş gibi rol yapmaya devam eder. Onlar senin ilgilendiğin kadar ilgililer ama problem şudur: Onlar ilgilerini gösteremezler aksi taktirde sen onları hemen bir nesneye indirgersin, onları kullanmaya başlarsın. Bu yüzden onlar başka her şeyle ilgilidirler, sana son derece çekici olurlar ve sonra seni reddederler. Gücün tadı buradadır. Seni çeker —ve sen neredeyse iplerle çekiliyormuş gibi çekilirsin— ve sonra da sana hayır diyerek seni mutlak güçsüzlüğe düşürür. Ve sen ise bir köpek gibi kuyruğunu sallıyorsun; o zaman kadın keyif alır.

Bu çirkin bir durumdur. Bu böyle olmamalıdır. Bu çirkin bir durumdur çünkü aşk bir güç oyununa indirgenmiştir. Bu değişmek zorundadır. Aşkın güçle hiç alakasının olmadığı yeni bir insanlık ve yeni bir dünya yaratmak zorundayız. En azından aşkı güç politikalarının dışına çıkart; parayı, politikayı orada bırak: Her şeyi orada bırak ama aşkı oradan çıkart.

Aşk muazzam değere sahip bir şeydir; onu pazar yerine ait bir şey yapma. Ancak bu olmuştur.

Acemi asker çöldeki yabancı lejyon kampına yeni varmıştı. Komutanı olan onbaşıya adamların eğlence için ne yaptığını sordu.

Onbaşı bilgece gülümseyerek, "göreceksin" dedi.

Genç adamın kafası karışmıştı. "Bu üstte yüzden fazla adam var ve tek bir kadın bile göremiyorum."

"Göreceksin," diye onbaşı tekrar etti.

O öğleden sonra üç yüz tane deve ahırın içinde toplandı. Bir sinyal verildikten sonra adamlar çıldırdı. Ahırın içine daldılar ve develerle sevişmeye başladılar.

Acemi er onbaşıyı acele ederken gördü ve kolundan yakaladı. "Ne demek istediğini anlıyorum ama anlayamadığım şey şu: Üç yüz tane kadar deve olmalı ve biz ise yüz kişiyiz. Niye herkes acele ediyor. Yavaşça yapılamaz mı?" diye sordu.

"Ne?" diye çığlık attı onbaşı irkilerek. "Ve çirkin bir tanesine mi kalayım?"

Hiç kimse çirkin birisine —bir deve bile olsa— takılıp kalmak istemez. O yüzden kim çirkin bir kadına takılıp kalmak ister. Kadın her şekilde güzel olmaya çalışır; en azından güzel görünmeye. Ve bir kez sen onun cazibesinin tuzağına düştün mü, senden kaçmaya başlar çünkü tüm oyun budur. Eğer ondan kaçmaya başlarsan sana yakınlaşacaktır. Sen onun peşinden koşmaya başladığın an o kaçmaya başlayacaktır. Bu oyundur. Bu sevgi değildir: Bu insanca değildir. Ancak asırlardır olmuş olan şey budur.

Buna dikkat et! Her insanın muazzam bir haysiyeti vardır ve hiç kimse asla bir nesneye indirgenemez, bir şeye indirgenemez. Erkeklere saygı duy, kadınlara saygı duy; onlar ilahidir.

Ve erkeğin kadınla seviştiği eskimiş fikri unut; bu çok aptalcadır. Bu sanki erkek yapıp edenmiş kadın ise bir şey yapılmak üzere oradaymış gibi hissettirir. Dilde bile aşk yapan erkektir, eylemde bulunan taraf odur; sadece orada, pasif alıcı olarak kadın vardır. Bu doğru değildir.

Her iki taraf da birbiri ile aşk yapıyor, her ikisi de yapandır, her ikisi de katılımcıdır. Kadın kendi tarzıyla yapar. Alıcı olmak onun katılma şeklidir. Fakat katılım erkeğinki kadardır.

Ve sadece senin kadına bir şey yaptığını düşünme: O da sana bir şey yapıyor. Her ikiniz de birbiriniz için son derece değerli bir şey yapıyorsunuz. İkiniz de kendinizi birbirinize sunuyorsunuz; enerjilerinizi birbiriniz ile paylaşıyorsunuz. Her ikiniz de kendinizi aşkın tapınağında, aşkın ve Tanrı'nın tapınağında birbirinize sunuyorsunuz. Her ikinizi de ele geçiren şey aşkın tanrısıdır. Bu çok kutsal bir andır. Kutsal bir mekânda yürüyorsun. Ve o zaman insanların davranışında bütünüyle farklı bir nitelik olacaktır.

Güzel olmak iyidir. Güzel gibi görünmek çirkindir. Çekici olmak iyidir fakat çekici olmayı becermek çirkindir. Bunu becermek fırsatçılıktır. Ve insanlar doğal olarak güzeldir! Hiçbir makyaja gerek yoktur. Tüm makyajlar çirkindir. O seni daha çok ve daha çok çirkinleştirir. Güzellik basitliktedir, masumiyettedir, doğal olmaktadır, kendiliğindenliktedir. Ve sen güzel olduğunda bu güzelliği güç politikası olarak kullanmazsın. Bu ona küfretmektir, bu kutsal bir şeye saygısızlık etmektir.

Güzellik Tanrı'nın bir armağanıdır. Paylaş ama onu hiçbir şekilde hükmetmek ve başkalarına sahip olmak için kullanma. Ve senin aşkın bir ibadet haline gelecektir ve senin güzelliğin Tanrı'ya adanmış olacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder