TERAPİ

Niçin kucaklaşma böylesine inanılmaz etkili bir terapi aracıdır? Eskiden zihin açıklığının, zekânın ve analizin doğru yol olduğunu düşünürdüm fakat onların hepsi kucaklaşma ile kıyaslandığında çöplüktür.

İnsan ihtiyaç duyulmaya ihtiyaç duyar. Bu insanoğlunun en temel ihtiyaçlarından birisidir. Kişi özen gösterilmezse ölmeye başlar. Kişi birisi, en azından birisi için önemli olduğunu hissetmezse onun tüm yaşamı önemsiz hale gelir.

Bu nedenle sevgi var olan en büyük terapidir.

Dünyanın terapiye ihtiyacı vardır çünkü dünya sevgiyi özlüyor.

Gerçekten sevgi dolu bir dünyada hiç terapiye ihtiyaç olmayacaktır. Sevgi yeterli olacaktır, fazlasıyla yeterli olur. Kucaklamak sadece bir sevgi, sıcaklık, özen gösterme ifadesidir. Bir kişiden akmakta olan sıcaklık hissinin ta kendisi sendeki pek çok hastalığı eritir, buz gibi soğuk egoyu eritir. O seni yeniden bir çocuk yapar.

Psikologlar bir çocuğun kucaklanmadığı, öpülmediği sürece beslenmeye özlem duyduğu gerçeğinin gayet iyi farkındadır. Tıpkı bedenin yiyeceğe ihtiyaç duyması gibi ruh sevgiye ihtiyaç duyar. Çocuğun tüm fiziksel ihtiyaçlarını, tüm fiziksel konforunu sağlayabilirsin ama sarılmak eksikse çocuk bütünsel bir varlık olarak gelişmeyecektir. O derinde bir yerlerde üzgün, özen gösterilmemiş, göz ardı edilmiş, ihmal edilmiş olarak kalacaktır. Ona bakılmıştır ama ona annelik yapılmamıştır.

Şayet bir çocuğun kucaklanmazsa küçülmeye başladığı gözlemlenmiştir. Diğer her şey sunulduğu halde ölebilir bile, beden söz konusu olduğunda tüm özen gösterilmiştir fakat çocuk sevgi ile çevrelenmemiştir. O izole olur, o varoluşla bağlantısız hale gelir.

Sevgi bizim bağlantımızdır, sevgi bizim köklerimizdir.

Nefes aldığın gibi —beden için o mutlak bir şekilde gereklidir: Nefes almayı bırak ve artık yoksun — aynı şekilde, sevgi de manevi nefestir. Ruh sevgi ile yaşar.

Analiz bunu sağlamaz. Zekâ ve zihin açıklığı, bilgi ve akademisyenlik bunu sağlamaz. Terapi hakkındaki var olan her şeyi bilebilirsin, bir uzman olabilirsin ama şayet sevme sanatını bilmiyorsan terapi mucizesinin sadece yüzeyinde kalırsın.

Hasta için, acı çeken için bir şey hissetmeye başladığın an...yüz vakanın doksanında insanlar temelinde sevilmedikleri için acı çekmektedir. Şayet hastanın sevgi ihtiyacını hissetmeye başlarsan ve ihtiyacı giderebilirsen hastanın durumunda neredeyse mucizevi bir değişim olacaktır.

Sevgi kesinlikle en iyileştirici olgudur. Sigmund Freud ondan o kadar çok, öylesine korkardı ki...kucaklaşmayı bir kenara bırak hastanın yüzüne bile bakmaya hazır değildi. Çünkü onun mutsuzluğunu dinleyerek, onun kâbuslarını dinleyerek sempati duymaya başlayabilirdi. Onun gözleri ıslanabilir, gözyaşları akmaya başlayabilir hatta belki de savunmasız bir anda hastanın elini bile tutabilirdi.

Terapistle hasta arasındaki herhangi bir sevgi ilişkisinden o kadar korkuyordu ki belli bir yöntem yarattı. Hasta kanepede uzanmak zorundaydı ve kanepenin arkasında psikanalizci oturmak zorundaydı böylelikle birbirleri ile yüz yüze kalmak zorunda değillerdi.

Ve bir şeyi hatırla: Birbiri ile yüz yüze gelmekle sevgi gelişir. Hayvanlar sevgi geliştiremezler çünkü onlar birbirleri ile yüz yüze gelmeden sevişirler. Bu yüzden arkadaşlık, ilişki kurmak yoktur. Sevişmeleri bir kez bittiğinde kendi yollarına giderler; bir teşekkür ederim ya da hoşça kal ya da görüşürüz bile demeden ayrılırlar. Hayvanların dostluk, aile, toplum yaratamamalarının basit nedeni sevişirken birbirlerinin gözlerinin içine bakmamaları, birbirlerinin yüzüne bakmamalarıdır. Sanki sevişme tamamıyla mekaniktir, insani bir unsur yoktur.

İnsanın her türden ilişki boyutu yaratmış olmasının basit nedeni, onun yüz yüze aşk yapan yegâne hayvan olmasıdır. O zaman gözler iletişim kurmaya başlar. O zaman yüz ifadeleri ince bir lisan haline gelir. O zaman ruh halleri ve duygular —zevk, mutluluktan kendinden geçme, orgazm ışığı— duygular değişir ve yakınlık gelişir.

Yakınlığa ihtiyaç vardır; o temel gereksinimdir.

Bu yüzden karanlıkta değil aydınlıkta; en azından loş ışıkta, mum ışığında sevişmek iyidir. Karanlıkta sevişmek sadece içimizdeki hayvansal bir şeydir, birbirinin yüzüne bakmaktan kaçmaktır...bir kaçınma stratejisidir.

Sigmund Freud sevgiden çok korkuyordu; o kendi bastırılmış sevgisinden korkuyordu. O bir şekilde müdahil olmaktan, bazı karışıklıklardan korkuyordu. O sadece dışarıda kalmak istiyordu, o kişiyle alakası olsun istemiyordu. Onun iç dünyasının parçası olmak, onun derin sularına girmek değil sadece bilimsel bir gözlemci, uzakta, ayrı, soğuk, mesafeli kalmak istiyordu. O psikanalizi sanki bir bilimmiş gibi yaratmak istedi. O bir bilim değildir ve o asla bir bilim olmayacaktır. O bir sanattır ve o sevgiye mantıktan çok daha yakındır.

Ve gerçek psikanalizci hastanın iç dünyasına derinlemesine inmekten kaçınmayacaktır; o risk alacaktır. O risklidir, o tehlikeli sulara girmektir. Sen kendin de boğulabilirsin. Ne de olsa sen de insansın. Başın derde girebilir, karmaşaya sürüklenebilirsin; sen kendin birtakım problemler yaratabilirsin ama bu risk alınmak zorundadır.

Bu yüzden Wilhelm Reich'ı çok seviyorum. Psikanalizin tüm çehresini, hastayı dahil ederek dönüştüren adam odur. Kanepeyi kaldırmıştır, şu kendini ayrı tutmayı kaldırmıştır. O Sigmund Freud'dan çok daha devrimcidir. Sigmund Freud geleneksel kalmıştır; o gerçekten kendi bastırılmışlıklarından korkuyordu.

Şayet sen kendi bastırılmışlıklarından korkmazsan muazzam bir şekilde yardımcı olabilirsin. Şayet kendi bilinçaltından korkmuyorsan, şayet problemlerini birazcık çözdüysen; hastanın dünyasına dahil olarak, bir gözlemci olmaktansa bir katılımcı haline gelerek çok büyük bir şekilde yardımcı olabilirsin.

Aslında psikanalizcilerin —hatta bazen hastanın kendisinden de çok— kendi problemleri oluyor. İnsan Sigmund Freud'un korkusunu anlayabiliyor. Söz konusu ben olduğumda, bununla ilgili olarak kesin bir beyanda bulunmak isterim: Bir kimse gerçekten uyanmadığı, aydınlanmadığı sürece o gerçek, hakiki bir terapist olamaz.

Sadece bir Buda gerçek bir terapist olabilir çünkü onun geride kalan hiçbir sorunu yoktur. O hastayla bütünleşebilir ve hastada eriyebilir; aslında onun için hasta hiç de hasta değildir.

Bir hastayla terapisti arasında var olan ilişki ve bir müritle ustası arasında var olan ilişki arasındaki fark budur. Mürit bir hasta değildir, mürit bir sevgilidir, bir sevilendir. Usta sadece bir gözlemci değildir, o bir katılımcı olmuştur. Onlar ayrı varlıklarını kaybetmiştir, onlar bir olmuştur ve bu birlik yardımcı olur.

Kucaklamak bir birlik göstergesi; onun göstergesi dahi yardımcı olur.

Bu yüzden haklısın. "Niçin kucaklaşma böylesine inanılmaz etkili bir terapi aracıdır?"diye soruyorsun.

Öyledir ve o sadece bir göstergedir. Şayet o hakikiyse — sadece bir gösterge değil kalbin de onun içerisindeyse— o mucizevi bir araç olabilir, o bir mucize olabilir. O tüm durumu anında dönüştürebilir.

Bununla ilgili birkaç şey anlaşılmalıdır. Birincisi: Çocuğun ölüp insanın bir ergen olması, sonra ergenin ölüp insanın genç olması, sonra genç adamın ölüp orta yaşlı hale gelmesi ve bu şekilde sürüp gitmesi fikri yanlıştır. Çocuk asla ölmez; hiçbir şey asla ölmez. Çocuk oradadır, her zaman başka deneyimlerle sarmalanmış ergenlik tarafından, sonra gençlik tarafından, sonra orta yaş tarafından, sonra yaşlılık tarafından sarmalanmış — olarak oradadır ama çocukluk her zaman oradadır.

Sen tıpkı bir soğan gibi katman katmansın ama soğanı soyarsan içerde daha taze katmanlar bulacaksın. Daha da derine in ve daha fazla ve daha fazla taze katman bulacaksın. Aynısı insan hakkında da doğrudur: Şayet onun derinine inersen her zaman masum çocuğu bulacaksın ve bu masum çocukla temas kurmak iyileştiricidir.

Kucaklamak sana çocukla anında temas sağlar. Şayet sen bir kimseyi sıcaklıkla, sevgiyle kucaklarsan, şayet o kifayetsiz bir gösteriş değilse, şayet o anlamlı, önemli, hakikiyse, şayet yüreğin onun aracılığınla akıyorsa, hemen çocukla, masum çocukla temasa geçersin. Ve tek bir an bile yüzeye çıkan masum çocuk muazzam bir fark yaratır çünkü çocuğun masumiyeti her zaman sağlıklı ve bütündür; o bozulmamıştır. Kişinin, hiçbir bozulmanın asla girmemiş olduğu en derin özüne erişmişsindir, el değmemiş öze ulaşmışsındır ve bu el değmemiş özün yaşamla nabız atmasını sağlamak yeterlidir. Bir şifa sürecini başlatmış, tetiklemişsindir.

Her çocuk öylesine taze, öylesine canlı, öylesine heyecanla doludur ki bu canlılığın kendisi onu sağlıklı kılar.

Şayet hastadaki çocuğa bir şekilde temas edebilirsen...ve kucaklamak basitçe en önemli şeylerden birisidir.

Analiz etmek zihnin yoludur ve kucaklama ise kalbin yoludur. Zihin tüm hastalıkların sebebidir ve kalp de tüm şifaların kaynağıdır.

Bir adam psikiyatrın ofisine girer ve şöyle der: "Doktor aklımı kaçırıyorum. Sürekli bir zebra olduğumu düşünüyorum. Aynada kendime bakıyorum ve tüm bedenim siyah çizgilerle kaplanıyor."

Psikiyatr onu sakinleştirmeye çalışır. "Sakin olun, sakin olun," der. "Şimdi kendinizi toparlayın ve eve gidin ve şu hapları alın, iyi bir gece uykusu çekin ve eminim siyah çizgiler kaybolup gidecektir."

Bunun üzerine zavallı adam eve gider ve iki gün sonra geri döner. "Doktor, çok iyi hissediyorum. Beyaz çizgiler için bir şeyiniz var mı?"

Fakat problem devam eder.

Bir seferinde bana genç bir adam getirmişlerdi. Genç adamın uykusundayken sineklerin ağzından yahut burnundan bedenine girdiği ve içerde sürekli dönüp durdukları gibi çılgınca bir fikri vardı. Bu nedenle, elbette başı çok dertteydi. Şu ya da bu tarafa dönerdi; bu içerde dönüp duran dervişler yüzünden dik bir şekilde oturamazdı bile; uyuyamazdı. Devamlı bir ıstırap. Bu adamla ne yapmalı? Ben de ona, "Yatakta uzan, bir dakikalığına iyice bir dinlen ve ne yapılabilirse icabına bakarız" dedim.

Onu neler olduğunu göremesin diye bir örtüyle kapladım ve evin her tarafında birkaç tane sinek yakalamak için koşturdum. Zor oldu çünkü bunu daha önce hiç yapmamıştım ama benim insan yakalama tecrübem yardımcı oldu.

Bir şekilde üç tane sinek yakaladım. Onları bir şişeye koydum, adama götürdüm, üzerinden birkaç hokus-pokus hareketi yaptım ve sonra da gözlerini açmasını söyledim: Ona şişeyi gösterdim.

Şişeye baktı. "Evet, birkaçını yakalamışsın ama daha küçük olanlarını. Büyükleri hâlâ orada ve onlar çok büyük" dedi. Artık bu çok zordu. O kadar büyük sinekleri nerden yakalamalı? "Sana çok, çok minnettarım. En azından küçüklerden kurtardın ama büyük olanlar hakikaten çok büyük" dedi.

İnsanlar devam eder. Şayet onlara bir taraftan yardım edersen, problemi diğer taraftan yeniden getirirler: Sanki derin bir gereklilik varmış gibi. Anlamaya çalış.

Bir problem olmadan yaşamak çok zordur, insan olarak neredeyse imkânsızdır. Niçin? Çünkü bir problem sana bir yön sağlar. Bir problem sana bir meşgale verir. Bir problem sana hiçbir işin olmadığı halde bir meşguliyet verir. Bir problem seni oyalar. Eğer bir problem olmazsa varlığının çeperine tutunamazsın. Merkez tarafından emilirsin.

Ve senin varlığının merkezi boştur. O tıpkı tekerleğin göbeği gibidir. Tüm tekerlek boş göbeğin etrafında döner. Senin en derindeki özün boştur, hiçbir şeydir, hiçliktir, shunyam'dır, vakumdur, dipsizdir. Sen bu boşluktan korkuyorsun, bu nedenle de tekerleğin çeperine tutunmaya devam edip duruyorsun, en iyi ihtimalle biraz cesaretin varsa jantlara tutunuyorsun ama asla tekerleğin göbeğine doğru hareket etmiyorsun. Kişi korkmaya başlar, titrer.

Problemler sana yardımcı olur. Çözülecek bazı problemler var; nasıl içeri doğru gitmeli? İnsanlar bana gelir ve "İçimize doğru gitmek istiyoruz ama problemler var" derler. Onlar problemleri olduğu için içeri gidemediklerini zannederler. Gerçek durum ise tam tersidir: Onlar içeri yönelmek istemedikleri için, problemleri yaratıyorlar.

Bu kavrayış mümkün olduğunca sende derinleşsin: Senin problemlerinin hepsi sahtedir.

Problemlerini yanıtlamaya sadece nazik olmak için devam ediyorum. Onların hepsi sahtedir, temelde anlamsızdır ama onlar sana kendinden kaçman için yardımcı olur. Onlar seni yolundan saptırır. Dışarıdan kişi nasıl içeri yönelebilir ki gibi gelir. Önce çözülmesi gereken çok fazla sorun vardır. Ancak bir problem çözüldüğünde hemen başka bir tanesi yüzeye çıkar. Ve şayet bakarsan ve izlersen diğer problemin birincisi ile aynı niteliğe sahip olduğunu göreceksin. Onu çözmeye çalış; üçüncü bir tanesi gelir, hemen onun yerine geçer. Sana bir fıkra anlatayım.

Psikiyatr: "Siz ergen çocuklar baş belasısınız. Sizde hiç sorumluluk duygusu yok. Maddi şeyleri düşünmeyi bırak ve fen, matematik ve bunun gibi şeyleri düşün. Matematiğin nasıl?"

Hasta: "Pek iyi değil."

"Sana bilgi amacıyla bir test uygulayacağım. Şimdi bana bir numara söyle."

"Royal 5447. Bu benim kız arkadaşımın çalıştığı dükkân."

"Bir telefon numarası istemiyorum, sadece sıradan bir numara söyle."

"Tamam 37."

"Bu daha iyi. Şimdi başka bir numara daha lütfen."

"22"

"Ve bir tane daha."

"37"

"Güzel, güzel. Gördün mü? İstersen zihnin başka doğrultularda da çalışabiliyor."

"Doğru. 37-22-37! Adamım, ne ölçü ama."

Yeniden kız arkadaşa döndü. Telefon numarası ile değilse vücut ölçüsü ile. Bu böyle sürer gider, sonsuza dek.

Özdeki şeye bak. Her şeyden önce niçin problem yaratmak istiyorsun? Gerçekten onlar problem mi?

Kendine en özdeki soruyu sordun mu: Gerçekten problemler var mı? Yoksa onları sen mi yaratıyorsun? Ve sen onları yaratmaya ve onların arkadaşlığına çok alışmışsındır ve eğer problemler olmazsa kendini yalnız hissedersin. Hatta sen mutsuz olmak istersin ama boş olmak istemezsin. İnsanlar ıstıraplarına dahi tutunurlar ama boş olmaya hazır değillerdir.

Bunu her gün görüyorum. Bir çift gelir. Her ikisi de yıllardır kavga ediyordur; on beş yıldır kavga ettiklerini söylerler. On beş yıllık evlilik ve sürekli kavga ve birbirine cehennem yaratmak. O halde niye ayrılmıyorsunuz. Niçin ıstıraba tutunuyorsunuz? Ya değişin ya da ayrılın. Hayatınızı boşa harcamanın ne anlamı var? Ama ne olduğunu görebiliyorum.

Onlar yalnız kalmaya hazır değiller. En azından ıstırap onlara arkadaşlık ediyor. Ve onlar bilmiyor, şayet ayrılırlarsa hayatlarını nasıl idare edecekler? Onlar belirli bir sürekli çatışma, öfke, didikleme, kavga, şiddet kalıbına kendilerini uyarlamışlardır. Onlar bunun üçkâğıdını öğrenmişlerdir. Artık onlar başka birisi ile farklı bir kişilikle değişik bir durumda nasıl olunacağını bilmiyorlar. Başka birisi ile nasıl olunur? Onlar başka bir şey bilmiyorlar. Onlar belirli bir ıstırap lisanı öğrenmişlerdir. Artık onlar bunda kendilerini becerikli, etkili hissediyor. Yeni bir kişi ile yeniden yol almak, her şeye abc'den başlamak olacaktır. On beş yıllık belirli bir işin içinde kaldıktan sonra kişi yeni bir tanesine başlamaktan korkar.

Büyük bir film yıldızının bir psikiyatra gidip şöyle dediğini duymuştum: "Müzik için hiçbir yeteneğim yok, oyunculuk yeteneğim yok. Ben güzel, yakışıklı bir kişi değilim. Yüzüm çirkin, kişiliğim son derece zayıf. Ne yapmalıyım?" Ve o ünlü bir aktördü.

Bunun üzerine psikiyatr, "İyi ama niçin oyunculuktan vazgeçmiyorsun? Şayet hiçbir yeteneğinin, dehanın olmadığını hissediyorsan ve bu yapman gereken iş değilse niçin bu işten vazgeçmiyorsun" dedi.

"Ne? Yirmi yıldır o işi yaptıktan sonra ve neredeyse ünlü bir yıldız olduktan sonra mı?" dedi.

Sen ıstırabına da yatırım yaparsın. İzle. Bir problem ortadan kalktığında sadece gör, gerçek problem hemen başka bir şey ile yer değiştirecektir. Bu sanki yılanın eski derisinin dışına çıkıp durması ama yılanın kalması gibidir.

Niçin hayatı bir probleme dönüştürüyorsun? Hayat öylesine muazzam bir şekilde güzel ki niçin onu hemen şimdi yaşamıyorsun? Ağlamak bir yaşam belirtisidir. Kahkaha da bir yaşam belirtisidir. Bazen üzülürsün. Bu bir yaşam belirtisi, bir ruh hali. Güzel. Bazen sen mutlusun ve neşeyle dolup taşıyorsun ve dans ediyorsun. Bu da iyi ve güzeldir. Her ne olursa onu kabul et, onu buyur et ve onunla kal. Ve yavaş yavaş göreceksin ki yaşamdan sorun çıkarmayı ve onla ilgili sorular sorma alışkanlığını bırakmışsın.

Ve sen problem yaratmadığın zaman hayat tüm gizemlerini açar. O asla sürekli sorular sormaya devam eden birisinin önünde kendisini açmaz. Hayat kendisini sana, şayet onu bir problem haline getirmezsen sunmaya hazırdır. Şayet onu bir problem yaparsan, senin problemi yaratman senin gözlerini kapatır. Sen hayata karşı saldırgan hale gelirsin.

Bilimsel çaba ile dini çaba arasındaki fark budur. Bilim adamı, hayattan gerçekleri yakalamaya çalışan, gerçekleri vermesi için hayatı — neredeyse bir silahla saldırganca— zorlayan agresif bir insan gibidir. Dindar bir insan hayatın önünde durup bir silahla sorular sormaz.

Dindar bir insan basitçe hayatla rahat hisseder, onunla birlikte akar ve hayat dindar insana pek çok şeyi açıklar ki bunlar bilim adamına asla açıklanmayacaktır. Bilim adamı her zaman için masadan düşen kırıntıları toplayacaktır. Bilim adamı asla bir misafir olarak davet edilmeyecektir.

Hayatı yaşayan, kucaklayan, neşe ile kabul eden, soru sormayan ama güvenenler konuk olacaklardır.

Nevroz geçmişte, şimdiki kadar hiçbir zaman salgın halini almamıştır. Bu neredeyse insan zihninin normal halini almıştır. Bunun anlaşılması gerekir.

Geçmiş ruhsal olarak daha sağlıklı idi ve bunun sebebi de zihin aynı anda çok fazla şeylerle beslenmiyordu; zihin çok fazla yüklenmemişti. Modern zihin aşırı yüklenmiştir ve özümsenmeden kalan şeyler nevroz yaratır. Bu sanki yemeğe sürekli devam edip bedenine acı çektirmen gibidir. Beden tarafından hazmedilmeyen şeyin zehirli olacağı bilinmektedir. Ve ne yediğin, ne gördüğünden ve ne duyduğundan daha az önemlidir. Gözlerinden, kulaklarından, tüm duyularından her an bin bir tane şey almaya devam edersin. Ve fazladan özümseme zamanı yoktur. Bu sanki biz devamlı olarak yemek masasında oturup yirmi dört saat boyunca yiyor, yiyormuşuz gibidir.

Modern zihnin durumu budur: O aşırı yüklenmiştir; çok fazla şeyin ağırlığının altındadır. Onun çökmesinde şaşırtıcı bir şey yoktur. Her mekanizmanın bir sınırı vardır. Ve zihin mekanizmalar içinde en ince ve kırılgan olandır.

Gerçekten sağlıklı bir kimse zamanının yüzde ellisini tecrübelerini özümsemek için ayıran kimsedir. Yüzde elli eylem, yüzde elli eylemsizlik: Denge budur. Yüzde elli düşünme, yüzde elli meditasyon tedavi budur.

Meditasyon, kendi içinde bütünüyle rahatlayabildiğin, tüm kapılarını, tüm duyularını dışsal uyaranlara kapattığın bir zamandan başka bir şey değildir. Dünyadan kaybolursun. Dünyayı sanki artık yokmuş gibi unutursun: Gazeteler yok, radyo yok, insanlar yok.

Sen en derindeki varlığının içinde tek başınasın, rahatlamış, yuvandasındır.

Bu anlarda birikmiş olan her şey hazmedilir. Değersiz olan şeyler atılır. Meditasyon iki ucu da keskin bir kılıç gibi iş görür. Bir taraftan besleyici olanları hazmeder ve tüm çöpü reddeder ve fırlatıp atar.

Ancak meditasyon dünyadan silinmiştir. Eski zamanlarda insanlar doğal olarak meditasyon halindeydi. Hayat karmaşık değildi ve insanların sadece oturup hiçbir şey yapmayacak ya da yıldızlara bakacak ya da ağaçları izleyecek ya da kuşları dinleyecek kadar çok zamanları vardı. İnsanların derin edilgenlik boşlukları vardı. Bu anlarda sen daha çok ve daha çok sağlıklı ve bütün hale gelirsin.

Nevroz, zihninde öylesine büyük bir ağırlık taşıyorsun ki onun altında ölüyorsun demektir. Hareket edemezsin. Bilincinin uçtuğu su götürmez bir gerçektir. Sürünemezsin bile; ağırlık çok fazladır. Ve ağırlık her an artmaya devam etmektedir. Kişi çatlar. Bu çok doğaldır.

Anlaşılması gereken birkaç şey vardır. Nevroz çıkış olmayan yeri sonsuz defa deneyen, öğrenmeyen faredir. Evet öğrenmemek nevrozdur; ilk tanım budur. Çıkmaz yolu denemeye devam edip durursun.

Öfkelenmişsindir. Kaç kez öfkelenmişsindir? Ve kaç kez öfkelendiğin için pişmanlık duymuşsundur? Hâlâ, uyaran orada olsun ve senin tepkin yine aynı olacaktır. Hiçbir şey öğrenmemişsindir. Açgözlülük yapmışsındır ve açgözlülük sende daha çok ve daha çok ıstırap yaratmıştır. Bunu bilirsin —açgözlülük kimseye hiçbir zaman saadet vermemiştir— ama hâlâ açgözlüsündür, hâlâ açgözlü olmaya devam edersin. Öğrenmiyorsun.

Öğrenmemek nevrozdur, nevroz yaratır. Öğrenmek demek özümsemek demektir. Bir şey denersin ve sonra onun işe yaramadığını görürsün. Ondan vazgeçersin. Başka bir yönde hareket edersin, başka bir alternatifi denersin. Bu bilgecedir, bu zekâdır. Kapı olmadığını gayet iyi bildiğin bir duvara kafanı çarpmak nevrozdur.

İnsanlar giderek daha fazla nevrozlu hale geliyor çünkü çıkmaz yolu denemeye, işe yaramayan şeyi denemeye devam ediyorlar. Öğrenme kapasitesi olan bir insan asla nevrozlu olmaz, olamaz. O hemen bunun bir duvar olduğunu görür. O bu fikri tamamen bırakır. O başka boyutlara doğru yönelir. Mevcut olan başka alternatifler vardır. O bir şey öğrenmiştir.

Edison'un başarısız olduğu bir deneyi yedi yüz kez denediği söylenir. Meslektaşları umutlarını yitirmişti. Üç yıl geçmişti ve o yeni alternatifleri yeniden ve yeniden deniyordu. Ve her sabah büyük bir heyecanla; ilk gün geldiğiyle aynı heyecana sahip olarak gelirdi. Ve üç yıl boşa gitmişti.

Bir gün iş arkadaşları toplandı ve ona, "Anlayamıyoruz. Yedi yüz kez başarısız olduk. Artık deneyi bırakmanın zamanı geldi" dediler. Edison'un, "Ne diyorsunuz; başarısızlık mı? Biz yedi yüz alternatifin yanlış alternatif olduğunu öğrendik. Bu büyük bir tecrübeydi! Bugün aynı deneyi tekrar etmeyeceğim, başka bir tane buldum. Hakikate yaklaşıyoruz. Ne kadar yanlış alternatif olabilir ki? Bir sınırı olmalı. Şayet bin tane yanlış alternatif varsa, o halde yedi yüz tanesi şimdiden elendi ve sadece üç yüz tane kaldı. Ve o zaman biz doğru noktaya erişmiş olacağız" dediği söylenir.

Bu öğrenmedir. Bilge adam, bir deneme yaparken onun işe yaramadığını görerek bir alternatif dener, onun işe yaramadığını görür ve ondan vazgeçer. Aptal ona tutunur. Aptal ona ısrarcılık der. Aptal, "Onu dün yaptım ve bugün de onu yapacağım. Ve yarın da onu yapacağım" der. O inatçıdır, kalın kafalıdır. "Onu nasıl terk edebilirim? Ona çok yatırım yaptım, onu değiştiremem" der. Sonra onda ısrarcı olmaya devam eder ve tüm hayatı boşa gider. Ve ölüm yaklaştığında çaresizdir, umutsuzdur. Bağırsaklarının en derininde gayet iyi bilmektedir ki başarısız olacak. O pek çok kez başarısız olmuştur ve hâlâ hiçbir şey öğrenmeden hâlâ aynı şeyi deniyor. Bu nevroz yaratır.

Öğrenme kapasitesi olan insan asla nevrozlu hale gelmeyecektir.

Bir mürit asla nevrozlu hale gelmeyecektir. Bir 'mürit' öğrenme kapasitesi olan kişi demektir. Asla bilgili olma; her zaman öğrenme sürecinin içinde ol. Bilgili olmak insanları nevroza sürükler. Profesörlerin, felsefecilerin, psikiyatrların, akademisyenlerin kolayca çıldırmaları sadece bir rastlantı değildir. Onlar öğrenmiştir ve daha fazla öğrenilecek bir şey olmadığı sonucuna varmışlardır. Daha fazla öğrenilecek bir şey olmadığına karar verdiğin an gelişmen durmuştur.

Gelişmeyi durdurmak nevrozdur; bu ikinci tanımdır.

Dünya açıktır ki geçmişte çok farklıydı. Altı yüzyıl önceki altı haftaya denk gelen algısal uyarı miktarı şimdi bizim bir günde aldığımız kadardır. Altı haftalık uyaranı, bilgiyi tek bir günde alıyoruz. Öğrenmek ve adapte olmak için kırk katına yakın baskı. Modern insan, insanın daha önce hiç olmadığı kadar öğrenme kapasitesine sahip olmak zorundadır. Çünkü artık öğrenilecek daha çok şey vardır.

Modern insan her gün yeni durumlara uyum sağlamaya muktedir olmak zorundadır çünkü dünya çok hızla değişmektedir. Bu çok büyük bir meydan okumadır.

Şayet o büyük meydan okuma kabul edilirse bilincin genişlemesinde son derece yardımcı olacaktır. Ya modern insan son derece nevrozlu olacaktır ya da modern insan bu baskının kendisi sayesinde dönüşecektir. Bu onu nasıl ele aldığına bağlıdır. Kesin olan bir şey var: Geri dönmek mümkün değil. Algısal uyaranlar giderek daha çok ve daha çok artmaya devam edecektir. Sen daha çok ve daha çok bilgi edineceksin ve hayat daha hızla ve daha hızlı ritimlerle değişiyor olacak. Ve sen yeni şeylere uyum sağlayacaksın ve onları öğrenme kapasitesine sahip olacaksın.

Geçmişte insan neredeyse durağan bir dünyada yaşamıştır. Her şey durağandı. Dünyayı babanın sana bıraktığının tamamıyla aynısı olarak terk ederdin. Hiçbir şeyi değiştirmezdin. Hiçbir şey değişmezdi. Çok fazla öğrenmek diye bir mesele yoktu. Birazcık öğrenme yeterliydi. Ve sonra insanların akıllarının başlarında kalmasına yardımcı olan zihnindeki boşluklar, boş alanlar vardı. Artık sen bilinçli olarak yaratmadığın sürece boş alanlar yoktur.

Meditasyona bugün hiç olmadığı kadar ihtiyaç vardır.

Meditasyona o kadar ihtiyaç vardır ki bu neredeyse bir ölüm kalım meselesidir. Geçmişte o bir lükstü; az sayıda insan —bir Buda, bir Mahavira, bir Krishna— onunla ilgiliydi. Diğer insanlar doğal olarak sessizdi, mutluydu, akılları başlarındaydı. Onların meditasyon hakkında düşünmelerine gerek yoktu; bilinçsiz bir şekilde onlar meditasyon yapıyorlardı. Hayat o kadar sessizce akıyor, o kadar yavaşça akıyordu ki neredeyse en aptal insanların bile ona uyum sağlama kapasitesi vardı. Artık değişim o kadar muazzam bir şekilde hızlıdır ki neredeyse en zeki insanlar bile ona uyum sağlamaya yeterli hissetmez. Her gün hayat farklıdır ve yeniden öğrenmen gerekir; yeniden ve yeniden öğrenmen ve öğrenmen gerekir.

Artık asla öğrenmeyi durduramazsın; o yaşam boyu devam eden bir süreç olmak zorundadır.

Ta ölene dek bir öğrenen olarak kalmak zorunda olacaksın, sadece o zaman akıl sağlığını koruyabilirsin, nevrozdan uzak durabilirsin. Ve baskı çok büyüktür; kırk kez daha büyük.

Bu baskıyı nasıl rahatlatmalı? Bilinçli olarak meditasyon halindeki anların içine girmek zorunda kalacaksın. Şayet bir kimse günde en az bir saat meditasyon yapmazsa o zaman nevroz rastlantısal olmayacaktır, onu kendisi yaratacaktır.

Bir saatliğine kendi varlığına girmek için dünyadan kaybolmalıdır. Bir saatliğine o kadar kendi başına olmalıdır ki onun içine hiçbir şey; hiçbir anı, hiçbir düşünce, hiçbir hayal sızamaz. Bir saatliğine bilincinde hiçbir içerik olmasın ve bu onu tazeleyecektir ve onu yenileyecektir. Bu onda yeni enerji kaynakları açığa çıkaracaktır ve o dünyaya daha genç, daha taze, daha öğrenmeye muktedir, gözlerinde daha çok hayranlıkla, kalbinde daha çok hayretle, yeniden bir çocuk olarak geri dönecektir.

Öğrenme baskısı ve eski öğrenmeme alışkanlığı insanları çıldırtıyor. Modern zihin gerçekten aşırı-yüklüdür. Ve onu hazmetmek için onu kendi varlığının içinde özümsemek için hiç zaman tanınmamıştır. Meditasyonun geldiği ve hiç olmadığı kadar önemli hale geldiği yer budur.

Zihne meditasyonun içinde dinlenmek amacıyla zaman tanımayarak devamlı olarak akmakta olan mesajların hepsini bastırırız. Öğrenmeyi reddederiz; zamanımız olmadığını söyleriz. O zaman mesajlar birikmeye başlar. Şayet zihninin sürekli almakta olduğu mesajları dinlemek için yeterli zamanın yoksa onlar birikmeye başlar; bu tıpkı okumak ve yanıtlamak üzere yeterli zamanın olmadığı için dosyaların masanda birikmesi, mektup yığınlarının masanda birikmesi gibidir. Aynı bunun gibi zihnin dağınık hale gelir: Bakılması gereken pek çok dosya bekliyor. Okunacak, cevaplanacak çok fazla mektup, kabul edilecek, yüzleşilecek çok sayıda meydan okuma.

Nasrettin Hoca bir gün, "Şayet bugün yanlış bir şey olursa onunla ilgilenmek için en azından üç ay vaktim olmayacak" diyordu. "Zaten o kadar çok beklemekte olan yanlış şey var ki. Eğer bugün bir şey yanlış giderse," dedi, "en azından üç ay ona bakamayacağım."

Bir sıra. Bu sırayı kendi içinde görebilirsin; ve bu sıra uzamaya devam ediyor. Sıra ne kadar uzunsa, o kadar az boşluğun vardır; sıra ne kadar uzunsa içerde de o kadar çok ve daha da çok gürültü vardır çünkü biriktirmiş olduğun her şey senin ilgini talep eder.

Bu genellikle hakiki öğrenmenin gerçekten durduğu beş yaşları civarında durur ve bu ölene kadar sürer. Eski zamanlarda bunda bir sorun yoktu. Hayatında ihtiyaç duyabileceğin her şeyi öğrenmek için beş ila yedi yıl yeterli oluyordu; bu iş görüyordu. Yedi yılın öğrenmesi yetmiş yıllık hayat için iş görüyordu. Ancak artık bu mümkün değildir.

Öğrenmeyi durduramazsın çünkü yeni şeyler her zaman oluyor ve eski fikirlerinle bu yeni şeylerle yüzleşemezsin. Anne babana ve onların bilgilerine güvenemezsin, hatta okuldaki ve üniversitedeki öğretmenlerine bile güvenemezsin çünkü onların bahsettikleri şeyler çoktan eski moda olmuştur. Çok daha fazlası olmuştur. Köprünün altından çok sular geçmiştir.

Öğrenciyken tecrübe ettiğim şey buydu. Profesörümün bilgisi otuz yıllık olduğu için beni şaşırtmıştı. Onlar o zaman gençti ve onu öğretmenlerinden edinmişlerdi. O zamandan beri neler olmuş olduğuna bakmamışlardı. Bu bilgi kesinlikle işe yaramazdı.

Sürekli olarak profesörlerimle aramda bir sürtüşme vardı, pek çok kolejden uzaklaştırılmış, atılmıştım çünkü profesörlerim benimle başa çıkamadıklarını söylüyorlardı. Ve ben hiçbir sorun yaratmıyordum, sadece onların bilgilerinin zamanının geçtiğini fark etmelerini sağlıyordum. Ancak bu egoyu incitir. Onlar bunu kendi üniversite yıllarında öğrenmişlerdi ve dünyanın o zaman ve orada durmuş olduğunu zannediyorlardı.

Artık öğrenciler öğretmenlere güvenemezler ve çocuklar anne babalarına güvenemezler, bu yüzden de dünyanın her tarafında muazzam bir başkaldırı yoldadır. Onun başka hiçbir şeyle alakası yoktur. Öğrenciler öğretmenlerine, şayet onlar sürekli olarak öğrenmezlerse güvenemezler. Onlara saygı duyulamaz. Ne için? Bir neden yoktur. Ve çocuklar anne babalarına güvenemezler çünkü onların yöntemleri çok ilkel görünür. Küçük çocuklar anne babalarının söyledikleri şeyin modasının geçmiş olduğunu fark ediyorlar. Anne babalar çocuklarının gelişmesine yardımcı olmak istiyorlarsa sürekli öğrenmek zorunda kalacaktır ve öğretmenler sürekli öğrenmek zorunda kalacaklardır. Artık hiç kimse öğrenmeyi durduramaz. Ve bu hız sürekli daha çok artacaktır.

O halde ilk şey: Öğrenme durdurulmamalıdır aksi taktirde nevrozlu olursun çünkü öğrenmeyi durdurmak demek özümsemediğin, hazmetmediğin senin kanın, kemiğin, iliğin haline gelmemiş bilgiyi biriktiriyorsun demektir. O içeri alınmak için çok büyük bir ısrarla etrafında dönüp duracaktır.

İkincisi: Gevşemek için zamana ihtiyacın olacaktır. Bu baskı çok fazladır. Bu baskıdan kurtulduğun bir zamana ihtiyaç duyacaksın. Uyku artık sana yardım edemez çünkü uykunun kendisi de aşırı yüklenmektedir. Günün o kadar aşırı yüklenmiştir ki uykuya daldığında sadece beden yatakta gevşer ama zihin bir şeyleri irdelemeye devam eder. Senin rüya görmek dediğin şey budur: Rüya, zihne yeterince zaman tanımadığın için onun çaresizce bir şeyleri irdelemeye gayret sarf etmesinden başka bir şey değildir.

Meditasyonun içinde bilinçli olarak gevşemelisin. Birkaç dakikalık derin meditasyon seni nevrozsuz olarak tutacaktır.

Meditasyonda zihin dağınıklığı toparlar, deneyimler hazmedilir ve aşırı yük ortadan kalkarak zihni taze ve genç ve temiz ve net bırakır.

Geçmişte girdinin hacim oranı kişinin zamanının onda biriydi ve meditasyon halinde olma zamanı ise onda dokuzdu. Artık bunun tam tersidir geçerli olan: Onda dokuz girdi hacmi zamanı ve onda bir meditasyon halinde olma zamanı.

Sen çok ender rahatlarsın. Çok ender olarak sessizce, hiçbir şey yapmadan oturursun. Hatta bu onda bir, bilinçsiz meditasyon zamanı bile kayboluyor. Bu bir kez gerçekleştiğinde insan bütünüyle delirecektir. Ve bu gerçekleşmektedir.

Bilinçsiz meditasyon zamanıyla ne demek istiyorum? Sadece bahçeye gidersin, çocuklarınla oynarsın; bilinçsiz meditasyon zamanı budur. Yahut yüzme havuzunda yüzersin; bilinçsiz meditasyon zamanı budur. Ya da çimenlerini biçersin yahut kuşları dinlersin; bilinçsiz meditasyon zamanı budur. Bu da yok olmaktadır çünkü insanların ne zaman vakti olsa TV'lerinin önüne, koltuklarına yapışarak oturuyorlar.

Şimdi son derece tehlikeli bilgiler TV tarafından zihnine konulmaktadır. Onu hazmedemeyeceksin. Yahut gazete okuyorsun. Ne zaman radyoyu yahut televizyonu açsan her türden saçmalık beynine doldurulmaktadır. Ya da bir gün kendini çok iyi hissediyorsun ve rahatlamak istiyorsun ve bir filme gidiyorsun. Nasıl bir rahatlamadır bu? Film senin rahatlamana izin vermeyecektir çünkü bilgi sürekli senin içine fırlatılıyor.

Rahatlamak hiçbir bilginin sana atılmaması demektir.

Bir guguk kuşunu dinlemek bunu yapacaktır çünkü sana hiçbir bilgi yüklenmez. Müzik dinlemek bunu yapacaktır çünkü sana hiçbir bilgi atılmaz. Müziğin dili yoktur; o saf müziktir. O sana mesaj vermez; o basitçe sana haz verir. Dans etmek iyi olacaktır, müzik iyi olacaktır, bahçede çalışmak iyi olacaktır, çocuklarla oynamak iyi olacaktır. Yahut hiçbir şey yapmadan sadece oturmak iyi olacaktır. Tedavi budur. Ve şayet bunu bilinçli olarak yaparsan, etki çok daha büyük olacaktır.

Denge yarat.

Nevroz dengesiz bir zihin halidir: Çok fazla etkinlik ve hiç eylemsizlik yok, çok fazla erkeksi olmak ve dişilik yok, çok fazla yang ve çok az ying. Ve sen yüzde elli elli olmalısın. Derin bir dengeyi korumak durumundasın. Senin içinde bir simetriye ihtiyaç vardır. Sen bir ardhanarishwar, yarı erkek yarı kadın olmalısın. O zaman sen asla nevrozlu olmayacaksın.

Bireylik ne erildir ne de dişil, o basitçe bütünlüktür. Eylem için harcanan zaman ile eylemde bulunmamak için harcanan zamanın arasında onu elde etmek için gayret sarf et. Bütünlük budur. Buda'nın Orta Yol, majhim, nikaya olarak adlandırdığı şey budur. Sadece tam olarak ortada ol. Ve unutma ki diğer uçta da dengesiz hale gelebilirsin; aşırı derecede eylemsiz olabilirsin. Bu da tehlikelidir. Onun da kendi tehlikeleri ve tuzakları vardır. Şayet aşırı derecede eylemsizleşirsen, hayatın dansını yitirir, coşkusunu yitirir, ölü olmaya başlarsın.

Bu nedenle ben eylemsiz hale gelmeni söylemiyorum, eylem ve eylemsizlik arasında bir denge olmasına izin ver diyorum. Bırak onlar birbirlerini dengelesinler ve sen sadece ortada ol. Bırak onlar varlığının iki kanadı olsun. Hiçbir kanat diğerinden büyük olmamalıdır.

Batıda eylem çok büyük hale gelmiştir; eylemsizlik kaybolmuştur. Doğu'da eylemsizlik çok büyümüştür ve eylem kaybolmuştur. Batı dışarıdaki refahı, zenginliği ve içerdeki yoksulluğu bilir; Doğu içerde zenginliği, refahı bilir, dışarıda da yoksulluğu. Her ikisi de ıstırap çekiyor çünkü her ikisi de uç noktaları seçmiştir.

Benim yaklaşımım ne Doğuludur ne de Batılı. Benim yaklaşımım ne erildir ne de dişil. Benim yaklaşımım ne eylemcidir ne de eylemsiz, benim yaklaşımım sendeki tam dengedir, simetridir. Bu yüzden ben sannyasinlerime derim ki: Dünyayı bırakmayın. Dünyada olun ama ona ait olmayın. Taocuların wei-wu-wei — ying ve yang'ın, anima ve animus'un buluşması— eylemsizlik aracılığıyla eylem dedikleri şey budur. Bu aydınlanmayı getirir. Dengesizlik nevrozdur; denge aydınlanmadır.



Lütfen delilikle ilgili bir şeyler söyleyin. Psikiyatrların tüm çabalarına rağmen bunun hakkında hiçbir şey bilmediklerini görüyorum. Görünen o ki iki çeşit delilik var. Delilikten, aydınlanmaya doğru bir adımmış gibi söz ediyorsunuz ve ayrıca siz psikozdan hayatın gerçekliği ile yüzleşmede çok aşırı bir korkaklık şekli olarak bahsediyorsunuz. İsa Mesih olduğunu iddia eden her çılgının Tanrı deneyimine sahip olmadığı anlaşılıyor.

Deliliğin iki çeşidi vardır ve modern psikiyatri sadece tek bir türünün farkındadır. Ve o diğer türünün farkında olmadığı için onun delilik anlayışı son derece tek taraflı, hatalı, yanlış ve zararlıdır.

Psikiyatrların farkında olduğu ilk birinci tür delilik rasyonel zihnin aşağısına düşmektir. Gerçeklerle başa çıkamadığında, onlar çok fazla olduğunda onlar dayanılmaz hale geldiğinde delilik kendi öznel dünyanın içine kaçmanın bir yoludur. Böylelikle var olan gerçeklikleri unutabilirsin. Sen kendi öznel dünyanı yaratırsın, sen hayal ürünü bir çeşit dünyada yaşamaya başlarsın, hatta sen açık gözlerle rüya görmeye başlarsın böylelikle dayanılmaz olan ve çok fazla gelen gerçeklikten kaçınabilirsin. Bu bir kaçıştır; kişi rasyonel zihnin aşağısına düşer. Bu hayvan zihnine geri dönmektir. Bu bilinçaltının içine düşmektir.

Bunu başka şekillerde başaran diğer insanlar da vardır. Alkolik bunu alkol aracılığıyla becerir. O çok fazla içer. O bütünüyle bilinçsiz hale gelir. Tüm dünyayı ve onun tüm problemlerini ve sıkıntılarını unutur: Karısını, çocuklarını, işyerini, insanları. O bilinçaltının içine alkolün yardımı ile girer. Bu birkaç saat sonra gidecek olan geçici bir deliliktir.

Ve dünyada ne zaman zor zamanlar gelse uyuşturucular çok önemli hale gelir, ikinci Dünya Savaşı'ndan sonra tüm dünyada, özellikle ikinci Dünya Savaşı'nı görmüş olan ülkelerde, her an patlayabilecek bir volkanın üzerinde oturduğumuzun farkında olan ülkelerde uyuşturucular son derece önemli hale gelmiştir. Bir Hiroşima ve Nagasaki'nin birkaç saniye içinde yandığını; yüz bin insanın birkaç saniye içinde yandığını görmüştük. Şimdi gerçek dayanılmayacak kadar fazla gelir. Bu yüzden yeni kuşak, daha genç kuşak uyuşturucularla ilgilenmeye başladı.

Uyuşturucular ve onların dünya üzerindeki etkileri, onların yeni nesil üzerindeki etkilerinin kökenleri ikinci dünya savaşındaki tecrübelere dayanır. İkinci dünya savaşı hippileri yaratmıştır, uyuşturucu insanlarını yaratmıştır. Çünkü hayat çok tehlikelidir ve ölüm her an gerçekleşebilir...bundan nasıl kaçınmalı, bunu tamamıyla nasıl unutmalı?

Stres ve gerilim zamanlarında insanlar uyuşturucu almaya başlarlar ve bu her zaman böyle olmuştur. Bu geçici bir delilik yaratmanın yoludur. Ve delilik derken rasyonel zihnin altına düşmeyi kastediyorum. Çünkü sadece rasyonel zihin sorunların farkında olabilir. O hiçbir çözüm bilmez, o sadece sorunları bilir. Bu yüzden şayet sorunlar idare edilebilirse ve sen sorunlarla birlikte var olabilirsen senin aklın başında kalır. Onun çok fazla olduğunu anlarsan delirirsin.

Delilik sorunlardan, gerçeklerden, sıkıntılardan, stresli durumlardan kaçınmak için doğuştan gelen bir süreçtir.

İnsanlar pek çok şekillerde kaçınırlar. Birisi alkolik olacaktır, birisi LSD alacaktır, birisi esrar alacaktır. Ve bu kadar cesur olmayan insanlar vardır; onlar hasta olacaktır. Onlar kanser, verem, felç olacaktır. Böylelikle onlar dünyaya, "Ne yapabilirim? Felçliyim. Gerçekliklerle yüzleşemezsem bu benim sorumluluğum değildir. Şimdi ben felçliyim..."ya da "Şayet işim kötüye gidiyorsa ne yapabilirim? Ben kanserim" derler.

İnsanların egolarını koruma yolları bunlardır: Zavallı yollar, acınacak yollar. Ama yine de onlar egonu koruma yollarıdır.

Egodan vazgeçmektense insanlar onu korumaya devam eder.

Ne zaman hayat aşırı derecede gergin bir hal alırsa tüm bunlar olacaktır, insanların garip hastalıkları, tedavisi olmayan hastalıkları vardır. Tedavi edilemezdirler çünkü kişinin içinde hastalık lehinde çok büyük bir destek vardır. Ve onun yardımı olmadan ilaçların ve doktorun onu iyileştirme olasılığı yoktur. Hiç kimse seni kendine karşı iyileştiremez: Bunu temel bir hakikat olarak hatırla.

Şayet kanserine çok derin bir yatırımın varsa, şayet onun orada olmasını seni koruduğu için istiyorsan, kanser yüzünden iş hayatında mücadele edemeyeceğini; rekabet edemeyeceğini, bunun kanser yüzünden olduğu hissini sana veriyorsa —şayet bu sana bir tatmin veriyorsa; şayet orada bir yatırımın varsa— hiç kimse seni iyileştiremez çünkü sen onu yaratıp durmaya devam edeceksin. Bu psikolojik bir hastalıktır, bu senin psikolojinde köklenmiştir. Ve herkes bunu bilir. Öğrenciler sınav yaklaştıkça hasta hissetmeye başlarlar. Bazı öğrenciler sınav geldiğinde delirir. Ve sınav geçtikten sonra yeniden iyileşirler. Her sınav olduğunda hastalanırlar: Ateş, hepatit, zatürree. Eğer izlersen şaşıracaksın; niçin sınav zamanları bu kadar çok öğrenci hastalanır? Ve sınavdan sonra aniden her şey iyileşir. Bu bir hiledir, bir stratejidir. Onlar anne babalarına, "Ne yapabilirim? Hastaydım bu yüzden sınavı geçemedim" ya da "Hastaydım bu yüzden üçüncü olabildim yoksa altın madalya kesinlikle benimdi" diyebilirler. Bu bir stratejidir.

Eğer senin hastalığın bir stratejiyse o zaman onu iyileştirmenin bir yolu yoktur. Eğer senin alkolikliğin bir strateji ise o zaman onu iyileştirmenin bir yolu yoktur çünkü sen onun orada olmasını istersin. Sen bir yaratıcısın, onu sen kendi kendine yaratıyorsun; belki bilinçsizce.

Ve delilik de böyledir; o varılacak en son beldedir. Her şey başarısız olduğunda, kanser bile başarısız olduğunda, alkol başarısız olduğunda, esrar başarısız olduğunda, felç başarısız olduğunda o zaman varılacak en son yer delirmektir.

Bu yüzden delilik Batı ülkelerinde Doğu'dakinden daha çok gerçekleşir çünkü hayat (Doğu'da) hâlâ o kadar stresli değildir. İnsanlar yoksuldur ama hayat o kadar stresli değildir. İnsanlar o kadar yoksuldur ki çok fazla stresin bedelini ödeyemezler, insanlar o kadar yoksuldur ki onlar psikiyatriyi ve psikanalizin bedelini ödeyemezler.

Delilik bir lükstür sadece zengin ülkeler onun bedelini ödeyebilir. Psikologların farkında oldukları deliliğin bir türü budur: Rasyonel zihnin altına düşmek, bilinçaltının içine doğru yönelmek, sahip olduğun küçücük bilinçten vazgeçmek. Her şeyden önce o zaten çok bir şey değildi; zihninin sadece onda birlik kısmı bilinçtir. Sen tıpkı bir buzdağı gibisin; onda biri yüzeydedir, onda dokuzu yüzeyin altındadır. Zihninin onda dokuzu bilinçaltıdır. Delilik bu onda bir olan bilinçten vazgeçmek, böylelikle tüm buzdağının yüzeyin altına gitmesi demektir.

Ancak başka bir tür delilik daha vardır —buna da delilik denmek zorundadır çünkü belli bir benzerliği vardır— bu da rasyonel zihnin ötesine geçmektir. Birisi rasyonel zihnin aşağısına düşüyor, diğeri rasyonel zihnin üzerine düşüyor, yukarı doğru düşüyor. Her iki durumda da rasyonel zihin kaybolur. Birisinde bilinçaltı haline gelirsin, diğerinde süper bilinç haline gelirsin. Her iki durumda da sıradan zihin kaybolur.

Birinde sen bütünüyle bilinçsiz hale gelirsin, sende belli bir entegrasyon oluşur. Ve gözlemleyebilirsin: Deli insanlarda belli bir bütünlük, belli bir tutarlılık vardır; onlar tektir. Deli bir adama güvenebilirsin. O iki değildir, o tamamıyla tektir. O çok tutarlıdır çünkü onun sadece tek bir zihni vardır, bu da bilinçaltıdır. İkilik kaybolmuştur. Ve sen bir delide belirli bir masumiyet bulacaksın. O bir çocuk gibidir. Onda aldatma yoktur, olamaz. Aslında o delirmiştir çünkü o, kurnaz olamamıştır. Kurnaz bir dünyada dünya ile başa çıkamamıştır. Bir delide belli bir basitlik, saflık bulacaksın.

Delileri gözlemlediysen onlara âşık olacaksın. Onlarda bir çeşit birliktelik vardır. Onlar bölünmemiştir, onlar ayrı değildir, onlar tektir. Elbette onlar gerçekliğin karşısında tektir. Onlar kendi hayal dünyalarında tektir, onlar kendi yanılsamalarının içinde tektir ama onlar tektir. Delilik bir tutarlılıktır, bir birlikteliktir. Onda bir şüphe yoktur. O saf inançtır.

Ve aynısı diğer delilik için de geçerlidir. Mantığın üzerine çıkan, mantığın ötesine geçen bir insan bütünüyle bilinçli, süper bilinçli hale gelir, ilk delilikte bilinçli olan bir birim bilinçsiz olan dokuz birimin içinde kaybolur. Bu diğer delilikte bilinçsiz olan dokuz birim, yukarı doğru hareket etmeye başlar ve hepsi ışığa çıkar, yüzeyin üstüne çıkar. Tüm zihin bilinçli hale gelir.

'Buda'nın anlamı budur. Bütünüyle bilinçli hale gelmektir. Şimdi bu adam da çılgın görünecektir çünkü o, tutarlı, tamamıyla tutarlı olacaktır. O bir arada, herhangi bir delinin olabileceğinden daha fazla bir arada olacaktır. O mutlak bir şekilde bütünleşmiş olacaktır. O bir birey olacaktır. Sözcüğün tam anlamıyla birey (individual): Bunun anlamı bölünemez (indivisible) demektir. Onun hiçbir bölünmesi olmayacaktır.

Bu yüzden her ikisi benzermiş gibi gözükür. Deli inanır ve Buda güvenir. Ve güven ile inanç benzer gibi görünür. Deli birdir, bütünüyle bilinçaltıdır, bilinçsizdir. Buda birdir, bütünüyle bilinçlidir. Ve birlik benzer görülür. Deli mantığı, mantıklı zihni bırakmıştır. Buda da mantığı, rasyonel zihni bırakmıştır. Bu benzerdir ve aynı zamanda onlar tam zıt kutuplardadır. Biri insanlığın altına düşmüştür ve diğeri insanlığın üzerine çıkmıştır.

Modern psikoloji Budalığı incelemeye başlamadığı sürece eksik kalacaktır. O tamamlanmamış kalacaktır, onun vizyonu tamamlanmadan, yarım yamalak kalacaktır. Ve yarım yamalak bir vizyon çok tehlikelidir, yarım yamalak bir hakikat çok tehlikelidir, bir yalandan çok daha tehlikelidir çünkü o haklıymışsın gibi bir duygu verir.

Modern psikolojinin bir kuantum sıçrayışı yapması zorunludur. O budaların psikolojisi haline gelmek zorundadır. O Sufizmin, Hasidizmin, Zenin, Tantranın, Taonun, Yoganın derinlerine inmek zorunda kalacaktır. Sadece o zaman o gerçekten psikoloji olacaktır. 'Psikoloji'nin sözcük anlamı ruhun bilimidir. O henüz psikoloji değildir, o henüz ruhun bilimi değildir.

İki olasılık bunlardır: Kendinin aşağısına gidebilirsin, kendinin yukarısına gidebilirsin.

Buda, Bahaddin, Muhammed, İsa gibi delir. Ve bu deliliğin muazzam bir güzelliği vardır çünkü güzel olan tüm şeyler delilikten doğar ve şairane olan tüm şeyler delilikten akar. Hayatın en yüce deneyimleri, hayatın en yüce mutlulukları bu delilikten doğar.



Batı'da psikanaliz Freud, Adler, Jung ve Willielm Reich aracılığıyla örneğin hayal kırıklıkları, çatışmalar, şizofreni ve delilik gibi egodan kaynaklanan sorunları çözmek üzere geliştirilmiştir. Sizin meditasyon teknikleri ile kıyaslandığında lütfen egodan kaynaklanan sorunların çözümünde psikanaliz sisteminin katkılarını, sınırlamalarını ve eksikliklerini açıklayabilir misiniz?

Anlaşılması gereken ilk şey egodan kaynaklanan herhangi bir sorunun egonun ötesine geçilmeden çözülemeyeceğidir. Sorunu erteleyebilirsin, birazcık normallik oluşturabilirsin, ona ilişkin biraz normallik yaratabilirsin. Problemi hafifletebilirsin ama onu çözemezsin. Bir insanı psikanaliz aracılığıyla toplumda daha verimli bir hale sokabilirsin ama psikanaliz asla bir sorunu çözemez. Ve ne zaman bir sorun ertelenirse, değiştirilirse başka bir sorun yaratır. O basitçe onun yerini değiştirir ama orada kalır. Er ya da geç yeniden ayaklanacaktır ve eski sorun yeniden ortaya çıktığında, onu değiştirmek ve ertelemek daha zor hale gelecektir. Psikanaliz geçici bir rahatlamadır çünkü psikanaliz egonun ötesine geçen herhangi bir şeyi tasavvur edemez. Bir sorun sadece onun ötesine geçebilirsen çözülebilir. Şayet sen onun ötesine geçemezsen o zaman sorun sensin. O zaman onu kim çözecek? O zaman kişi nasıl onu çözecek? O zaman sorun sensin; sorun senden ayrı bir şey değildir.

Yoga, Tantra ve tüm meditasyon teknikleri farklı bir temele dayanırlar. Onlar der ki sorunlar vardır, sorunlar senin tüm çevrendedir. Ama sen asla sorun değilsindir. Sen onların ötesine geçebilirsin; sen onlara bir gözlemcinin tepeden aşağıya vadiye bakması gibi bakabilirsin.

Tanık olan öz, sorunu çözebilir. Gerçekten sadece bir soruna tanık olarak onun yarısı zaten çözülmüştür çünkü sen bir soruna tanık olabildiğinde sen onu bütünüyle gözlemleyebilirsin, sen onun içine dahil olmadığında kenarda durabilir ve ona bakabilirsin. Bu tanıklıkla gelen netliğin kendisi sana ipucunu verir, sana saklı kalmış anahtarı verir. Ve neredeyse tüm sorunlar vardır çünkü onları anlamak için gereken netlik yoktur.

Senin çözümlere ihtiyacın yok: Senin netliğe ihtiyacın var.

Bir sorun doğru şekilde anlaşıldığında çözülür çünkü bir sorun anlayış sahibi olmayan zihin aracılığıyla ortaya çıkar.

Sen sorun çıkarıyorsun çünkü sen anlamıyorsun. Bu yüzden temel olan şey sorunu çözmek değildir: Temel olan şey daha fazla anlayış yaratmaktır. Ve şayet daha çok anlayış daha netlik varsa ve sorunla bütünüyle yüzleşilebiliyorsa, sana ait değilmiş gibi, sanki başkasına aitmiş gibi gözlemlenebiliyorsa, şayet sorunla kendin arasında bir mesafe yaratabiliyorsan sadece o zaman o, çözülebilir.

Meditasyon bir mesafe yaratır o sana bir perspektif sunar. Sen sorunun ötesine geçersin. Bilincin düzeyi değişir.

Psikanaliz aracılığıyla sen aynı düzeyde kalırsın. Düzey asla değişmez; sen yine aynı düzeye uyum sağlarsın. Farkındalığın, bilincin, tanık olma kapasiten değişmez. Meditasyonun içine doğru yöneldikçe sen daha yükseğe ve daha yükseğe çıkarsın. Aşağıdaki sorunlarına bakabilirsin. Artık onlar vadidedir ve sen ise bir tepeye gelmişsindir. Bu perspektiften, bu yükseklikten tüm sorunlar farklı gözükür. Ve mesafe ne kadar büyürse sen o kadar çok onlar sana ait değilmiş gibi gözlem yapabilirsin.

Bir şeyi hatırla: Şayet bir sorun sana ait değilse her zaman için onların çözümü amacıyla iyi tavsiyede bulunabilirsin. Eğer o başka birisine aitse, eğer başka birisinin başı dertte ise sen her zaman bilgesindir. Çok iyi tavsiyede bulunabilirsin ama sorun sana aitse basitçe ne yapacağını bilemezsin. Ne olmuştur? Sorun aynıdır ama artık sen onun içine dahil olmuşsundur. O başka birisinin sorunu iken ona bütünüyle bakabildiğin bir mesafeye sahiptin. Herkes başkaları için iyi bir öğüt verendir ama o kendi başına geldiğinde bu bilgelik kaybolur çünkü mesafe kaybolmuştur.

Birisi ölmüştür ve aile keder içindedir. Çok iyi öğüt verebilirsin. Ruhun ölümsüz olduğunu söyleyebilirsin; hiçbir şey ölmez diyebilirsin, hayat ölümsüzdür diyebilirsin. Ancak senin sevdiğin, senin için bir şey ifade eden, yakın, mahrem olan birisi ölmüştür ve sen göğsünü yumrukluyorsun, ağlıyor ve gözyaşı döküyorsun. Şimdi sen aynı öğüdü kendine veremezsin: Hayat ölümsüzdür ve kimse asla ölmez. Artık bu saçma görünür.

Bu yüzden anımsa. Başkalarına tavsiyede bulunurken aptal gibi görünebilirsin. Sevdiği birisi ölmüş olan bir kimseye hayatın ölümsüz olduğunu söylediğinde senin aptal olduğunu düşünecektir. Onunla saçma sapan konuşuyorsun. O sevdiği birisini kaybetmenin nasıl hissettirdiğini bilir. Hiçbir felsefe teselli etmez. Ve o senin bunu niçin söylediğini bilir: Çünkü sorun senin değildir. Sen bilge olmanın bedelini ödeyebilirsin, o bunu ödeyemez.

Meditasyon vasıtası ile sıradan varlığının ötesine geçebilirsin.

Senin içinden her şeye yeni bir biçimde bakabileceğin bir nokta ortaya çıkar. Mesafe yaratılır. Sorunlar oradadır ama artık sanki onlar, başka birisinin başına geliyormuş gibi sen çok uzaklardasın. Artık sen kendine çok iyi öğüt verebilirsin ama onu vermeye gerek yoktur. Mesafenin kendisi seni bilge kılar.

Bu nedenle meditasyon tekniğinin tümü seninle ve sorunlarla arada bir mesafe yaratmayı içerir.

Şu an olduğun halinle sen sorunlarınla çok fazla iç içe geçmişsindir. Öyle ki sen düşünemezsin, fikir yürütemezsin, onlar aracılığıyla göremezsin, onlara tanık olamazsın.

Psikanaliz sadece yeniden uyarlamada yardımcı olur. Bu bir dönüşüm değildir, bu başka bir şeydir. Ve diğer bir şey şudur: Psikanalizde sen bağımlı hale gelirsin.

Senin bir uzmana ihtiyacın vardır ve uzman her şeyi yapacaktır. Bu üç yıl, dört yıl ya da sorun çok derinse beş yıl alacaktır. Ve sen bir bağımlı haline geleceksin, sen gelişmiyorsun. Onun yerine, tam tersine sen giderek daha çok bağımlı hale geliyorsun. Bu psikanalizciye her gün ya da haftada iki ya da haftada üç ihtiyaç duyacaksın. Bir kez onu kaçırdığında kaybolmuş hissedeceksin. Psikanalizi bitirirsen kaybolmuş hissedeceksin. O sarhoşluk yaratır, o alkoliklik haline gelir.

Sen başka birisine; uzman olan birisine bağımlı olmaya başlarsın. Sorunlarını ona söyleyebilirsin ve o bunu çözecektir. O bunu tartışacaktır ve bilinçaltı köklerini senden çıkaracaktır. Ancak bunu o yapacaktır; çözmek başka birisi tarafından yapılacaktır.

Aklında tutmalısın, bir sorun başka birisi tarafından çözüldüğünde sana daha çok olgunluk getirmeyecektir. Başkası tarafından çözülmüş bir sorun onu olgunlaştırabilir ama seni olgunlaştıramaz. Sen daha az olgunlaşmış olacaksın. O zaman bir sorun olduğunda bir uzman tavsiyesine, bir profesyonel tavsiyeye ihtiyaç duyacaksın. Ve psikanalizcilerin de senin sorunların vasıtasıyla olgunlaştığını zannetmiyorum çünkü onlar diğer psikanalizcilere psikanaliz için giderler. Onların kendi sorunları vardır. Onlar senin sorunlarını çözerler ama kendi sorunlarını çözemezler. Yine mesafe sorunu.

Wilhelm Reich yeniden ve yeniden Sigmund Freud'un ona psikanaliz uygulaması için çabalamıştır. Freud ona psikanaliz yapmayı reddetmiştir ve tüm hayatı boyunca Freud kendisini reddettiği için incinmiş hissetmiştir. Ve Freudcular, Ortodoks Freudcular onu asla bir uzman olarak kabul etmemişlerdir çünkü o psikanalizden geçmemiştir.

Her psikanalizci kendi sorunlarıyla başka birine gider. Bu tıpkı tıp uzmanlığı gibidir eğer doktorun kendisi hasta ise kendisine teşhis koyamaz. O, o kadar yakındadır ki korkar, bu yüzden başka birisine gidecektir. Eğer sen bir cerrahsan kendi bedenin üzerinde ameliyat yapamazsın; yoksa yapabilir misin? Mesafe yoktur. Kendi bedeni üzerinde ameliyat yapmak zordur. Ama eğer eşin gerçekten hastaysa ve çok ciddi bir ameliyat yapılacaksa bu da zordur. Ameliyat yapamazsın çünkü ellerin titreyecektir. Yakınlık o kadar çoktur ki korkacaksın, iyi bir cerrah olamazsın. Tavsiye almak zorunda kalacaksın; eşini ameliyat edecek başka bir cerrah çağırmak zorunda kalacaksın.

Ne oluyor? Ameliyat yapmaktasın; pek çok ameliyat yapmışsındır. Ve şimdi ne oluyor. Onu kendi çocuğun ya da kendi karın üzerinde yapamazsın çünkü mesafe çok azdır sanki hiç mesafe yoktur. Mesafe olmadan tarafsız olamazsın. Bu nedenle psikanalizci başkalarına yardımcı olabilir ama kendisinin başı derde girdiğinde tavsiye alması gerekecektir, başka birisi tarafından psikanalizden geçirilmesi gerekecektir. Ve çok gariptir ki Wilhelm Reich gibi bir kimse bile sonunda delirir.

Bir budanın delireceğini hayal edebilir misin? Eğer bir buda delirebilirse o zaman bu ıstıraptan kurtulmanın hiçbir yolu yoktur. Bir budanın delirdiğini hayal etmek mümkün değildir.

Sigmund Freud'un hayatına bir bak. O psikanalizin kurucusu ve babasıdır; o sürekli olarak sorunlar hakkında çok derinlemesine konuşmuştur. Ancak kendisi söz konusu olduğunda tek bir sorun dahi çözülmemiştir! Korku onun için herhangi başka birisi kadar problemdi. O çok sinirli ve korkaktı. Öfke başka herhangi birisi kadar onun için de problemdi. O öylesine öfkelenirdi ki öfkeden kendisini kaybederdi. Ve bu adam insan zihni hakkında çok şey biliyordu ama sıra kendisine geldiğinde bu bilginin hiçbir faydası yok gibiydi.

Jung'un kendisi derin kaygı içindeyken kendisini kaybederdi; nöbet geçirirdi. Sorun nedir? Sorun mesafededir. Onlar sorunlar hakkında düşünmüşlerdi ama bilincin içinde gelişmemişlerdi. Onlar entelektüel olarak, nazikçe, mantıklı olarak düşündüler ve başka bir sonuca vardılar. Bazen bu sonuçlar doğru olmuş olabilir fakat konu bu değildir. Onların bilinci gelişmemiştir, onlar bir anlamda süper insan haline gelmemiştir. Ve insanlığın ötesine geçmediğin sürece sorunlar çözülemez; onlar sadece düzeltilebilir.

Freud hayatının son gününde, insanın tedavi edilemez olduğunu söyledi. En iyi ihtimalle onun uyum sağlamış bir şekilde var olabileceğini umut edebiliriz; başka bir umut yoktur. Bu en iyi ihtimaldir! İnsan mutlu olamaz, der Freud. En iyi ihtimalle onu bir şekilde ayarlarız ve bu sayede çok mutsuz olmaz, hepsi bu. Ama o mutlu olamaz; o tedavi edilemez. Böylesi bir tavırdan ne tür bir çözüm çıkabilir? Ve bu insanlarla kırk yılın sonucundadır! O insana yardım edilemeyeceği, insanın doğal olarak, doğası gereği mutsuz olduğu, onun ıstırap içinde kalacağı sonucuna vardı.

Ancak Doğu der ki insanın ötesine geçilebilir. Tedavi edilemez olan insan değildir; sorun çıkaran onun en düşük seviyedeki bilincidir. Bilinci geliştir, bilinci artır ve sorunlar azalır. Onlar aynı oranda var olur: Eğer bilinç en düşük seviyedeyse, sorunlar en yüksek seviyededir; eğer bilinç en üst seviyede ise o zaman sorunlar en alt düzeydedir.

Tam bilinç ile sorunlar basitçe ortadan kalkar. Tıpkı güneşin sabah doğması ve çiğ tanelerinin kaybolması gibidir.

Tam bilinçle sorunlar yoktur çünkü tam bilinç ile sorunlar ortaya çıkamaz. En iyi ihtimalle psikanaliz bir tedavi olabilir ama sorunlar ortaya çıkmaya devam eder; o önleyici değildir.

Meditasyon en derine iner. O seni değiştirir böylelikle sorunlar ortaya çıkamaz. Psikanaliz sorunlarla ilgilidir; meditasyon seninle doğrudan ilgilidir. O sorunlarla hiç ilgili değildir. Bu nedenle Doğu'nun büyük psikologları, —Buda, Mahavira ya da Krishna— sorunlardan bahsetmez. Bu yüzden Batı psikolojisi, psikolojinin yeni bir olgu olduğunu düşünür, öyle değildir.

Daha yeni bu yüzyılda, bu yüzyılın ilk yarısında Freud bilimsel olarak bilinçaltı diye bir şeyin olduğunu kanıtlayabilmiştir. Buda onun hakkında yirmi beş yüzyıl önce konuşmuştur.

Ancak Buda asla sorunlarla uğraşmamıştır. Buda sorunlar sonsuzdur der. Şayet her sorunla uğraşmaya devam edersen asla onlarla gerçekten uğraşamayacaksın. İnsanın kendisi ile uğraş, sorunları unut gitsin.

Varlığın kendisi ile uğraş onun gelişmesine yardımcı ol. Varlık geliştikçe, daha bilinçli hale geldikçe, sorunlar kaybolmaya başlar; onlar hakkında endişelenmene gerek yoktur.

Örneğin bir kimse şizofrendir, bölünmüştür, parçalanmıştır. Psikanaliz bu bölünme ile uğraşır; bu bölünme üzerinde nasıl çalışılabileceği bu bölünmenin nasıl iş göreceği, bu insanın nasıl uyumlu hale getirilip, iş görür olacağı, böylelikle toplumda huzurlu bir şekilde nasıl yaşayabileceği ile uğraşır.

Psikanaliz sorunla, şizofreni ile uğraşır. Şayet bu insan Buda'ya gelirse Buda onun şizofren hali hakkında konuşmayacaktır. "Meditasyon yap, böylelikle manevi varlığın bütün olur. Manevi varlık bütün olduğunda yüzeydeki bölünme kaybolacaktır" diyecektir. Bölünme vardır. Ancak o sebep değildir, o sadece sonuçtur. Varlığın derinlerinde bir yerde bir ikilik vardır ve bu ikilik yüzeydeki bu çatlağı yaratmıştır.

Sen çatlak üzerinde yorum yapmaya devam edersin ama manevi bölünme kalır. O zaman çatlak başka bir yerde ortaya çıkacaktır. O zaman sen o çatlağı doldurursun; sonra başka bir yerde çatlak yeniden ortaya çıkacaktır. Bu nedenle şayet bir psikolojik sorunu iyileştirirsen diğer sorun anında ortaya çıkar; sonra bir başkasını iyileştirirsin üçüncüsü çıkar.

Bu profesyoneller düşünüldüğünde iyi bir şeydir çünkü onlar bununla geçinir. Ama bu yardım etmek değildir. Batı psikanalizin ötesine geçmek zorundadır ve Batı bilinci geliştirecek, manevi varlığı geliştirecek, bilinci genişletecek yöntemlere gelmediği sürece psikanalizin pek bir faydası olamaz.

Şimdilerde bu zaten gerçekleşiyor: Psikanalizin modası şimdiden geçmiştir. Batının hevesli düşünürleri bilinci nasıl genişleteceklerini ve sorunları nasıl çözecekleri; bir insanı nasıl tetikte ve farkında yapacakları hakkında düşünüyorlar. Artık bu gelmiştir; tohumlar filizlenmiştir. Vurgulanan noktalar anımsanmalıdır.

Ben senin sorunlarınla ilgilenmiyorum. Onlar milyonlarcadır ve onları çözüp durmak faydasızdır çünkü yaratıcı sensin ve sen dokunulmadan kalırsın. Ben bir sorun çözerim ve sen on tane yaratırsın. Sen mağlup edilemezsin çünkü yaratıcı onların ardında kalır. Ve ben onları çözmeye devam ettikçe enerjimi boşa harcıyorum.

Senin sorunlarını yan tarafa iteceğim; basitçe sana nüfuz edeceğim. Yaratıcı değişmek zorundadır. Ve bir kez yaratıcı değiştiğinde çeperdeki sorunlar ortadan kalkacaktır. Artık onlarla hiç kimse yardımlaşmıyor, onları yaratmak için kimse yardımcı olmuyor, onlardan kimse zevk almıyor. Bu sözcük sana garip gelebilir ama şunu çok iyi hatırlamalısın ki sen sorunlarından zevk alıyorsun; bu yüzden onları yaratıyorsun. Pek çok sebep için onlardan zevk alırsın.

Tüm insanlık hastadır. Temel nedenleri vardır, göz ardı edip durduğumuz temel nedenler. Ne zaman bir çocuk hasta olursa ilgi görür. Ne zaman sağlıklıysa kimse ona ilgi göstermez. Ne zaman çocuk hastaysa anne babalar onu sever; ya da en azından öyleymiş gibi davranır.

Ama o ne zaman iyi olursa kimse onun için endişe duymaz. Hiç kimse ona iyi bir öpücük kondurmaz, sıkıca sarılmaz. Çocuk bir hile öğrenir. Ve sevgi temel bir ihtiyaçtır ve ilgi temel bir besindir. Çocuk için ilgi sütten bile potansiyel olarak gereklidir. İlgi olmadığında onun içinde bir şey ölür.

İlgi enerjidir. Bir kimse sana sevgiyle baktığında sana besin veriyordur. Zor fark edilen bir besin. Bu nedenle her çocuk ilgiye ihtiyaç duyar ve sen ona sadece hastayken ilgi verirsin. Sadece bir problem varken ilgi gösterirsin. Bu nedenle şayet çocuk ilgiye ihtiyaç duyarsa sorun çıkaracaktır, sorun yaratan haline gelecektir.

Sevgi temel bir ihtiyaçtır. Bedenin besinle gelişir, ruhun sevgiyle gelişir. Fakat sen sadece hasta olduğunda, bazı problemlerin olduğunda sevgi alabilirsin; aksi taktirde hiç kimse sana sevgi vermeyecektir. Çocuk senin yöntemlerini öğrenir, o zaman o sorun yaratmaya başlar. Ne zaman o hasta olursa ya da bir sorunu varsa herkes ona ilgi gösterir.

Hiç gözlemledin mi? Evinde çocuklar sessizce ve huzurlu bir şekilde oyun oynuyorlar. Sonra bazı konuklar gelirse sorun çıkarmaya başlarlar. Bunun sebebi senin ilginin konuklara gitmesi ve şimdi çocukların senin ilgin için yanıp tutuşuyor olmasıdır. Onlar senin ilginin, konukların ilgisinin, herkesin ilgisinin kendilerine yönelmesine ihtiyaç duyarlar. Bir şey yapacaklardır, birtakım sorunlar yaratacaklardır. Bu bilinçsizdir fakat o zaman bu bir kalıba dönüşür. Ve sen büyüdüğünde hâlâ onu yapmaya devam edersin.

Kadınlar için onların hastalıklarının, zihinsel problemlerinin yüzde doksan dokuzunun temelde sevgi ihtiyacı olduğu doğrudur.

Ne zaman bir kadını seversen onun hiç sorunu olmaz. Ne zaman sevgide bazı sorunlar olursa pek çok problem ortaya çıkar. Artık o ilgi için can atıyor. Ve psikanalizciler bu ilgi alma ihtiyacını sömürüyorlar çünkü psikanalizci profesyonel bir ilgi verendir. Sen ona gidersin: O bir profesyoneldir. Bir saatliğine sana dikkatlice bakar. Ne söylersen söyle, ne saçmalarsan saçmala, sanki Vedalar vaaz ediyormuş gibi dinler. Ve o seni, zihnini ortaya çıkartmak için daha çok konuşman, alakalı ya da alakasız herhangi bir şey söylemen için ikna eder. O zaman çok iyi hissedersin.

Hastaların yüzde doksan dokuzu psikanalizcisine âşık olur, biliyorsun. Ve danışan-uzman ilişkisini koruyabilmek büyük bir problemdir çünkü bu kısa süre sonra bir aşk ilişkisine dönüşecektir. Niçin? Neden kadın hasta erkek psikanalizciye âşık olur? Yahut tersi: Niçin erkek hasta kadın psikanalizciye âşık olur? Sebep, ilk defa bu kadar çok ilginin verilmiş olmasıdır. Sevgi ihtiyacı giderilir.

Senin temel varlığın değişmedikçe sorunları çözmekten hiçbir şey çıkmaz. Senin yenilerini yaratmada sonsuz bir potansiyelin vardır.

Meditasyon ilk olarak seni bağımsız yapmak için ve ikinci olarak da, bilincinin türünü ve kalitesini değiştirmek için bir çabadır.

Yeni bir bilinç niteliğiyle eski sorunlar aynı anda var olamazlar: Onlar basitçe kaybolur. Örneğin, sen küçük bir çocuktun; senin farklı türde bir sorunun vardı. Biraz daha büyüdüğünde onlar basitçe kayboldu. Onlar nereye gitti? Onları asla çözmedin, onlar basitçe kayboldu. Hatta sen çocukluğuna ait problemlerin ne olduklarını hatırlayamazsın bile. Fakat sen büyüdün ve bu problemler basitçe ortadan kalktı.

Sonra biraz daha büyümüştün, farklı bir tür problemin vardı; yaşlandığında onlar orada olmayacaktır. Onları çözebileceğin için değil —hiç kimse sorunlarını çözemez— kişi sadece onların içinden gelişir. Onlar yüzünden pek çok kez intihar etmeyi düşündüğün mevcut olan, çok acil, çok tahrip edici kendi sorunlarına yaşlandığında güleceksin. Ve o zaman yaşlandığında basitçe kahkaha atacaksın: Tüm bu sorunlar nereye gitmiştir? Onları çözdün mü? Hayır. Sadece geliştin. Bu problemler belli bir gelişim durumuna aittir.

Aynı durum bilincin içinde derinlemesine geliştiğinde de geçerlidir. O zaman da sorunlar kaybolmaya devam eder. Ve bir an gelir sen sorunların ortaya çıkmadığını fark edersin. Meditasyon analiz değildir. Meditasyon gelişimdir. O problemlerle ilgilenmez; o varlıkla ilgilenir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder