ŞİDDET

Dünyadaki tüm diktatörler, bize ne yapmamızı söylemesi için başka birisini istememiz nedeniyle bizim tarafımızdan yaratılır. Bunun çok ince bir nedeni vardır: Ne yapman gerektiği başka birisi tarafından söylendiğinde o doğru da yanlış da olsa senin hiçbir sorumluluğun olmaz. Sen sorumluluktan özgürsün; onun hakkında düşünmek zorunda değilsin; onunla ilgili olarak endişelenmen gerekmez. Tüm sorumluluk sana bir şey yapmak için direktif veren kişiye gider.

Adolf Hitler ya da Joseph Stalin ya da Ronald Reagan gibi insanlar kendilerine ait herhangi bir nitelik yüzünden güçlü konumlarına sahip değillerdir. Onlar oradadır çünkü milyonlarca insan ne yapılması gerektiğini söylenmesini ister; onlara kimse buyurmazsa kaybolurlar.

Diktatörleri biz yaratırız.

Adolf Hitler neredeyse bir deliydi. Fakat bir ulus, birinci sınıf din bilginleri, düşünürler, felsefeciler yaratmış olan büyük bir geleneğe sahip dünyadaki en zeki uluslardan birisi... Bu yüzyılda bile Almanya, belki de yüzyılın en büyük felsefecisi olan —fakat o da Adolf Hitler'in bir takipçisiydi — Martin Heidegger gibi insanlar üretmiştir.

Neredeyse Martin Heidegger gibi niteliklere sahip bir adam için akıl almaz gelir... Dünyanın tüm felsefecilerine baktım; Martin Heidegger, olaylara kesinlikle yeni açılardan yaklaşma konusunda son derece büyük bir orijinalliğe ve son derece büyük bir dehaya sahipmiş gibi görünüyor. Ancak o Adolf Hitler'in bir takipçisiydi; onu destekledi. Sebebin ne olduğunu merak ediyorum ve tüm ulus bu delirmiş adamı destekledi.

Sebep hiç kimsenin herhangi bir sorumluluk istememesidir. Ancak sorumluluk hissini yitirdiğin an — sen onun bir yük olduğunu düşünürsün, onu başka birisi alır— bireyselliğini de yitirirsin, özgürlüğünü de yitirirsin.

Senin sorumluluğun özgürlüğünden, bireyselliğinden ayrı değildir. Bir kez sorumluluğunu başka birisinin omuzlarına bıraktığında kendini bir hiçliğe indirgemiş olursun. Elbette bir şey yanlış giderse artık hiç kimse seni suçlamayacaktır ama sen ruhunu kaybetmişsindir.

İnsanlar diktatörleri kötüler fakat hiç kimse psikolojinin ne olduğunu, diktatörlerin nasıl yaratıldığını, onları kimin yarattığı düşünmez. Onları yaratan insanlar biziz ve onları sorumluluğu üstleneceklerini umut ederek yaratırız. Ancak biz sorumlulukla birlikte özgürlüğümüzün gittiğini, bireyselliğimizin gittiğini, demokrasinin gittiğini, düşünce özgürlüğünün ya da ifade özgürlüğünün; her şeyin gittiğini fark etmeyiz.

Sorumluluğumuzu başka birisinin ellerine bıraktığımız an ruhumuzu kaybetmişizdir. Ve hükmetmekten, diktatörlük etmekten zevk alan insanlar vardır; bunlar çılgın insanlardır.

Bu yüzden bu durum biraz gariptir. Sorumluluktan kurtulmak isteyen insanlar vardır ve elbette tüm sorumlulukları üstlenmeye hazır insanlar vardır. Çünkü onlar senin özgürlüğünü de alırlar. Onlar senin tüm haklarını, senin tüm bireyselliğini alırlar; yegâne arzusu iktidar olan insanlar vardır. Onların farklı türden delilikleri vardır ama onlar gayet uyumlu görünürler. Ruhlarını kaybettiklerini bilmeden sorumluluklarından kurtulmaya çalışan insanlarla, sadece tek bir şeyi, iktidarı isteyen diğer delirmiş insanlar arasında belirli bir uyum olduğu görülür.



Şiddet hakkında bir şey söyleyebilir misiniz?

İnsan bir muammadır çünkü insan bir ikiliktir. İnsan tek bir varlık değildir: İnsan geçmiştir ve gelecektir. Geçmişin anlamı hayvandır ve geleceğin anlamı ilahtır. Ve ikisinin arasında şimdiki an vardır, ikisinin arasında insanın varoluşu vardır: Bölünmüş, parçalanmış, tamamıyla zıt yönlere çekilmiş.

Şayet insan geçmişe doğru bakarsa bir hayvandır. Bu yüzden bilim insanın daha fazla bir şey olduğuna inanamıyor —başka bir hayvan— çünkü bilim sadece geçmişte araştırma yapar. Charles Darwin ve diğerleri, insanların hayvanlardan doğduğu konusunda haklılar. Bu geçmiş konusunda doğrudur ama bu insanın bütünlüğü söz konusu olduğunda doğru değildir.

Din mümkün olanın, olabilecek ama henüz olmamış olanın içine bakar. Bilim tohumu parçalarına ayırır ve çiçekleri orada bulamaz. Din vizyon sahibidir, hayal kurar ve henüz gerçekleşmemiş olanı —çiçeği— görmeye muktedirdir. Elbette, tohumu parçalara bölerek, çiçek bulunamaz. Onun analiz etme yeteneğine değil, muazzam bir kavrayışa, sezgisel bir uçuşa, şairane bir yaklaşıma ihtiyacı vardır. Onun henüz gerçekleşmemiş şeyleri görebilen gerçek bir hayalpereste ihtiyacı vardır.

Din mümkün olanın içine bakar ve insanın bir hayvan değil, ilah olduğunu bulgular. İnsan Tanrı'dır; her ikisi de doğrudur. Çatışmanın temeli yoktur. Bilim ve din arasındaki çatışma boştur. Onların yönleri, çalışma yöntemleri, alanları tamamıyla farklıdır.

Bilim her zaman, her şeyi kaynağına indirger ve din her zaman hedefe doğru uçar. İnsan her ikisidir, sürekli bir sıkıntıdır: Olmak ya da olmamak, şu olmak ya da bu olmak.

İnsan sadece iki şekilde huzur bulabilir: O yeniden bir hayvana dönüşebilir. O zaman o tek olacaktır, o zaman hiçbir bölünme olmayacaktır, o zaman huzur olacaktır, sessizlik, ahenk... Ve milyonlarca insanın yapmaya çalıştığı şey farklı şekillerde hayvan olmaktır.

Savaş insana yine hayvan olma şansı verir; bu yüzden savaşın büyük bir çekim gücü vardır. Üç bin yıllık tarihte insan beş bin savaş yapmıştır; sürekli olarak bir yerde yahut diğerinde savaş devam eder. İnsanın diğer insanları öldürmediği tek bir gün bile geçmez. Niçin yok etmede, öldürmede bu kadar çok zevk vardır? Sebep insan psikolojisinin derinliklerindedir.

Öldürdüğün an sen birden tek olursun; yeniden hayvanlaşırsın, ikilik kaybolur.

Bu yüzden de öldürmede, intihar etmede muazzam bir çekim gücü vardır.

İnsan henüz saldırgan olmamaya ikna edilememiştir.

Şiddet yükselir. İsimler değişir, sloganlar değişir ama şiddet aynı kalır. O din adına, siyasi ideoloji adına ya da saçma şeyler adına olabilir; bir futbol maçı insanların saldırganlaşması için yeterlidir, bir kriket maçı yeterlidir.

İnsanlar şiddetle o kadar ilgililerdir ki şayet kendileri yapamazlarsa —riskli olduğu ve sonuçları göze alamadıkları için — saldırgan olmak için başkaları aracılığıyla bunun yolunu bulurlar. Bir filmde ya da televizyonda şiddet mutlak bir gerekliliktir; şiddet olmadan hiç kimse filmi seyretmeyecektir. Şiddet ve kan görerek birden sen hayvan geçmişini hatırlarsın; şimdiki anını unutursun, geleceğini bütünüyle unutursun; sen geçmişin haline gelirsin.

Özdeşleşirsin; ekranda olan şey bir şekilde senin kendi hayatın halini alır. Sen artık seyirci değilsin; bu anlarda sen bir katılımcı halini alırsın; uyumlu hale geçersin.

Şiddetin muazzam bir cazibesi vardır.

Cinselliğin muazzam bir cazibesi vardır çünkü sadece sen cinsellik anlarında tek haline gelebilirsin; aksi taktirde sen iki, bölünmüş olarak kalırsın. Ve sıkıntı ve mutsuzluk ısrarla kalır.

Şiddet, seks, uyuşturucuların hepsi en azından o anlık, geçici olarak geçmişe dönmene, tamamıyla hayvan olmana yardımcı olur. Ancak bu, sürekli bir hal olarak kalamaz.

Temel bir kanunun anlaşılması gerekir: Hiçbir şey geriye dönemez. En iyi ihtimalle öyleymiş gibi yapabilirsin, en iyi ihtimalle kandırabilirsin fakat hiçbir şey geriye doğru gidemez çünkü zaman geriye doğru ilerlemez. Zaman hep ileri doğru gider. Genç bir adamı bir çocuğa döndüremezsin ve yaşlı bir adamı genç bir çocuğa döndüremezsin; bu imkânsızdır. Ağaç orijinal tohuma döndürülemez; bu imkânsızdır.

Evrim sürekli olarak devam eder durur. Ve onu engellemenin yahut onu geriye doğru zorlamanın bir yolu yoktur.

Bu nedenle insanları hayvanlaştırma ve huzur bulma çabaları başarısızlığa mahkûmdur. Alkol de yahut diğer uyuşturucularla —marijuhana, LSD— sarhoş olabilirsin, bütünüyle kendini kaybedebilirsin. Bir an için tüm kaygılar yok olur, bir an için varoluş probleminin bir parçası olmayabilirsin, bir an için tamamıyla farklı bir boyuta yönelebilirsin; fakat sadece bir an için.

Yarın sabah geri döneceksin ve geri döndüğünde dünya daha öncekinden hiç olmadığı kadar daha da çirkin olacak ve hayat daha önce hiç olmadığı kadar çok problem olacak. Çünkü sen sarhoşken, bilinçsizken, uyuşturucunun içinde uyuklarken problemler büyüyordu. Problemler daha çok ve daha çok karmaşık hale geliyordu. Sen problemlerin ötesine geçmiş olduğunu zannederken problemler varlığının içinde, bilinçaltının içinde daha çok kökleşiyordu.

Yarın yeniden aynı dünyanın içinde olacaksın; o, senin sarhoşlukla, unutarak, indirgeyerek elde ettiğin huzur ile kıyaslandığında daha çirkin görünecek. Bu huzurla kıyaslandığında dünya daha da çok tehlikeli, daha çok karmaşık, daha korkutucu görünecektir. Ve o zaman tek yol şudur: Uyuşturucunun dozunu artırmaya devam et ancak bu da uzun süre fayda etmez. Ve bu muammanın dışına çıkmak için bir yol değildir. Muamma kalır, ısrar eder.

Tek yol ilahi olana doğru gelişmektir, tek yol ileriye doğrudur. Tek yol senin potansiyelin haline gelmektir; tek yol potansiyelini gerçek olana dönüştürmektir.

İnsan potansiyel Tanrı'dır. Ve o gerçek Tanrı haline gelmediği sürece tatmin olma olasılığı yoktur, insanlar bunu da denemiştir: Nasıl ilahi olmalı? Ve ilahi hale gelirken hayvanı ne yapmalı? Çağlar boyunca yeniden ve yeniden ortaya çıkmış olan en basit çözüm şudur: Hayvanı bastır. Bu da aynı çözümdür; şiddetle, seksle, uyuşturucuyla ilahi olanı bastır, ilahi olanı unut. Tek çözüm budur: Asla başarılı olmamış, olamayacak tek çözüm budur. Doğanın tabiatı gereği bunun başarısız olması kaçınılmazdır. O zaman akla ikinci öneri gelir: Hayvanı bastır, hayvanı unut, hayvanı arkada tut, ona bakma. Onu bilinçaltının bodrumunda derinliklere fırlat. Böylece o, günlük hayatında karşına çıkmaz, böylelikle onu görmezsin.

İnsan neredeyse, aynı bir devekuşu gibi düşünür. Devekuşu düşmanı göremezse düşmanın var olmadığını zanneder. Bu yüzden devekuşu düşmanla karşılaştığında basitçe gözlerini kapatır. Gözlerini kapatarak zanneder ki artık onu göremediği için düşman yoktur. Dindar insanların yüzde doksan dokuzunun asırlardır yapmış olduğu şey budur. Yüzde biri Budalara, Krishnalara, Kabirlere bırakıyorum. Dindar insanların yüzde doksan dokuzunun yaptığı şey bir devekuşu egzersizinden başka bir şey değildir; tamamıyla boş bir egzersizdir.

Hayvanı bastır. Ancak hayvanı bastıramazsın çünkü hayvanın muazzam enerjisi vardır. O senin tüm geçmişindir; o milyonlarca ve milyonlarca yaşındadır. Onun sende derin kökleri vardır; ondan öyle kolaylıkla, sadece gözlerini kapatarak kurtulamazsın.

Sen basitçe aptallık ediyorsun.

Ve hayvan senin evindir, o senin temelindir. Sen bir hayvan olarak doğdun; diğer herhangi bir hayvandan farkın yok. Farklı olabilirsin ama değilsin; sadece doğarak farklı olmazsın. Evet, farklı türden bir bedenin var çok da farklı değil. Farklı türden bir zekân var ama çok da farklı değil. Fark nicelikseldir, niteliksel değil.

Artık bitkiler üzerine yapılan modern araştırmalar diyor ki bırakın hayvanları, bitkiler bile, zeki, duyarlı, uyanık, farkındadır. Birkaç araştırmacı hatta metallerin kendi türünden bir zekâsı olduğunu söylüyor. Yani insan ile fil, insan ile yunus, insan ile maymunlar arasındaki fark niteliksel değil nicelikseldir, sadece derecedir.

Biz birazcık daha zekiyiz hepsi bu. Bunun çok bir farkı yoktur, en azından herhangi bir fark yaratan bir fark değildir.

Niteliksel değişim sadece bir insan bütünü ile uyanık hale geldiğinde, bir insan bir Buda olduğunda gerçekleşir. O zaman gerçek fark ortaya çıkar. O zaman o artık bir hayvan değildir. O zaman o basitçe dahidir. Fakat buna nasıl ermeli?

Bu yüzde doksan dokuz dindar insan bütünüyle yanlış bir şey yapmaktadır; mantık tamamen aynıdır. Saldırgan, aklında cinsellikten başka bir şey olmayan insanlar, alkolikler tarafından kullanılan mantığın aynısı. Aynı mantık: Hayvanı unut. Hayvanı unutmak için pek çok teknik geliştirilmiştir: Mantralar söyle. Böylelikle hayvanı unutabilirsin, mantra söylemekle meşgul olabilirsin. "Rama, Rama, Rama, Rama" diye tekrar et. Onu öylesine hızlı söyle ki tüm zihnin bu tek sözcüğün "Rama"nın titreşimi ile dolsun. Bu basitçe hayvandan uzak durmanın bir yoludur ve hayvan oradadır.

Yüzyıllar boyunca "Rama" demeye devam edebilirsin...hayvan böyle basit bir numara ile değişmeyecektir. Hayvanı kandıramazsın. Bu sadece çok yüzeysel bir dindarlık olarak kalacaktır. Herhangi bir dindar adamı kazı ve içerde hayvanı bulacaksın; sadece birazcık kazıma ile. O, sözde dindarlık deriden daha kalın değildir. O sadece rol yapar, o sadece bir formalitedir, toplumsal bir törendir.

Kiliseye gidersin, İncil'i okursun, Gita'yı okursun, ilahi söylersin, dua okursun ama tüm bunlar resmidir. Kalbin onun içinde değildir. Ve içindeki hayvan sana kahkahalarla gülmeye devam ediyor, seninle alay ediyor. O seni çok iyi tanıyor, o seni, senin kim olduğunu, nerede olduğunu çok iyi biliyor. Ve o sana nasıl hükmedeceğini biliyor. Saatlerce mantra söylemeye devam edebilirsin ve sonra güzel bir kadın geçer ve birden tüm söylediğin mantralar kaybolur ve Tanrı'yı tamamen unutmuşsundur. Sadece fırından gelen koku...ve hepsi gitmiştir "Hare Krishna Rama...". Hepsi gitmiştir.

Herhangi küçücük bir şey yeterlidir! Birisi sana küfreder ve öfke vardır ve hayvan intikam almaya hazırdır, öfkeden kuduruyorsun. Aslında dindar insanlar herhangi birisinden daha çok öfkelenir çünkü diğerleri bastırmaz. Ve dindar insanlar herhangi birisinden daha çok cinsel olarak sapkındır çünkü diğerleri bastırmaz. Dindar insanların rüyalarına bakmak gerekir çünkü gündüz o bastırmaya devam edip durur. O uyuduğunda geceleyin ne olacaktır?

Mahatma Gandi, yetmiş yaşındayken bile cinsel rüyalar görüyordu. Yetmiş yaşında niçin cinsel rüyalar? "Gündüz disiplinli oluyorum; tüm gün tek bir seks düşüncesi bile aklıma gelmiyor. Fakat geceleyin gücüm yetmiyor, bilinçsizim. Bu yüzden tüm disiplin ve kontrol kayboluyor" demiştir. Sigmund Freud'un kavrayışı çok değerlidir: Bir insanı tanımak için uyanık hayatına değil, rüyalarına bakmak zorundasın. Onun uyanık hayatı sahtedir. Onun gerçek hayatı kendisini rüyalarda ortaya çıkarır çünkü rüyaları daha doğaldır; bastırma yoktur, disiplin yoktur, kontrol yoktur. Bu yüzden psikanaliz senin uyanık hayatını umursamaz. Sadece anlamaya çalış: Senin uyanık hayatın o kadar sahtedir ki psikanaliz ona hiç inanmaz. O değersizdir. Psikanaliz senin rüyalarına sızar çünkü rüyalar senin sözde uyanık hayatından çok daha hakikidir. Bizim gerçek hayat zannettiğimiz uyanık hayatın psikanalist tarafından gerçek olmadığının düşünülmesi; onun rüyalarından daha az gerçek olduğunun düşünülmesi ironiktir. Senin rüyaların çok daha gerçektir çünkü onu çarpıtmak için orada değilsindir, derin uykudasındır. Bilinçli zihin uykudadır ve bilinçaltı söylemek istedikleri için serbesttir. Ve bilinçaltı senin gerçek zihnindir. Çünkü bilinç sadece senin bütün zihninin onda biridir. Onda dokuzu bilinçaltıdır: Bilinçli zihninden dokuz kat daha büyük, dokuz kat daha güçlüdür. Ve sen cinselliğinle, öfken, hırsınla savaşırken ne yapacaksın? Onları bilinçaltına, bodrumun karanlıklarına, onları görmeyerek onlardan kurtulduğunu sanarak atmaya devam edeceksin. Onlardan kurtulmuyorsun...

Dindar insanların yüzde doksan dokuzu bastırmaya devam eder ve sen ne zaman bir şeyi bastırırsan o sende daha derine iner, o senin varlığının daha çok bir parçası olur. Ve o seni öylesine ince şekillerde etkilemeye başlar ki onun farkında bile olmayabilirsin. O son derece dolambaçlı rotalara yönelir: O doğrudan bir şekilde gelemez çünkü o doğrudan gelirse onu bastırırsın. O zaman o, öylesine ince yollardan, öylesine dolambaçlı yollardan, öylesine seni kandıran yollardan, maskelerle gelir ki onun cinsellik olduğunu anlayamazsın bile.

Hatta o, ibadet, sevgi, dini tören maskesini kullanabilir. Ancak şayet derine inersen, şayet kendini seni gözlemleyebilecek ve zihninin içsel mekanizmasını seni anlayabilecek bir kimseye açarsan bunun farklı kanallardan hareket eden aynı enerji olduğu seni şaşırtacaktır. O başka kanallardan hareket etmek zorundadır çünkü hiçbir enerji asla bastırılamaz.

Bir kez ve herkes için bu anlaşılmalıdır: Hiçbir enerji asla bastırılamaz.

Enerji dönüştürülebilir ama asla bastırılamaz. Gerçek din simya; dönüştürme teknikleri, yöntemleri içerir.

Gerçek din hayvanı bastırmayı değil, hayvanı saflaştırmayı, hayvanı ilaha yükseltmeyi, hayvanı kullanmayı, ilahi olana gitmek için hayvana binmeyi içerir. O muazzam güçte bir araç halini alabilir çünkü o güçtür.

Seks muazzam bir enerji olarak kullanılabilir; ona binerek Tanrı'nın kapısına kadar gidebilirsin. Ancak şayet onu bastırırsan giderek ve giderek daha çok düğüm halini alacaksın...

Eğer seksi bastırırsan öfkeli olacaksın; sekse dönüşmekte olan tüm enerji öfkeye dönüşecektir. Ve seksi olmak öfkeli olmaktan daha iyidir. Sekste en azından sevgiye ait bir şey vardır; öfkede saf şiddet vardır ve başka bir şey yoktur.

Şayet seks bastırılırsa kişi saldırgan olur; o kişi ya başkalarına ya da kendisine karşı saldırgan olacaktır, iki olasılık şunlardır: Ya bir sadist olacak ve başkalarına işkence edecektir ya da bir mazoşist olup kendisine eziyet edecektir. Ancak yapacağı şey eziyet olacaktır.

Asırlardır askerlerin cinsel ilişki kurmasına izin verilmediğini biliyor musun? Niçin? Çünkü şayet askerlerin cinsel ilişkisine izin verilirse, onlarda yeterince öfke, yeterince saldırganlık birikmez. Onların cinsellikleri serbest kalır, yumuşarlar ve yumuşamış bir kimse savaşamaz. Askeri seksten mahrum bırak ve onların daha iyi savaşması kaçınılmazdır. Aslında onun saldıranlığı cinselliğinin yerine geçer.

Ve Sigmund Freud yine tüm silahlarımız erkeklik organı sembollerinden başka bir şey değildir derken haklıdır: Kılıç, süngü, bıçak. Bunlar sadece erkeklik organı sembolleridir. Askerin başka birisinin bedenine, bir kadının bedenine girmesine izin verilmemiştir. Artık o girmek için çıldırıyor; artık o herhangi bir şey yapabilir. Çok büyük bir sapkın arzu onun varlığını ele geçirmiştir artık. Bastırılmış seks; birisinin bedenine süngüyle, kılıçla girmek ister...

Asırlardır asker cinsel arzularını bastırmaya zorlanmıştır.

Bu yüzyılda bir şeyin gerçekleştiğini gördük. Amerikan askerleri dünyadaki bilimsel olarak, teknolojik olarak en iyi donanımlı askerlerdir; onlar en iyi donanmış askerlerdir ama onlar tüm diğer askerlerden daha zayıf olduklarını kanıtlamışlardır. Vietnam'da, yoksul bir ülkede yıllar boyunca deneyip durdular ve sonunda yenilgiyi kabul ettiler. Niçin? Tarihte ilk kez Amerikan askeri cinsel olarak tatmin olmuştur; problem budur. Tarihte cinsel olarak tatmin olmuş, cinsel açlık çekmemiş ilk asker, o kazanamaz. Vietnam gibi yoksul bir ülke, Vietnam gibi küçük bir ülke: Bu bir mucizedir. Eğer psikolojiyi anlamazsan bu bir mucizedir. Tüm teknolojiyle, tüm modern bilimle, tüm bu güçle...bir Amerikan askeri hiçbir şey yapamaz.

Ancak bu yeni değildir; bu antik bir hakikattir. Hindistan'ın tüm tarihi bunu kanıtlar. Hindistan büyük bir ülkedir. En büyüklerden biri, sadece Çin'den sonra gelir, dünyadaki ikinci büyük ülkedir ve o, pek çok sefer küçük ülkeler tarafından fethedilmiştir. Türkler, Moğollar, Yunanlılar; kim gelirse bu büyük ülke hemen yenilmiş, ele geçirilmiştir. Sebep neydi? Ve fethetmeye gelen bu insanlar yoksul insanlardı ve açlık çekiyorlardı.

Benim kendi Hindistan tarihi analizime göre Hindistan geçmişte cinsel olarak bastırılmamıştı. O günler Khajuraho, Konarak, Puri gibi tapınakların inşa edildiği zamanlardı. Hindistan cinsel olarak bastırılmamıştı. Sözde birkaç mahatma'ya rağmen ülkenin büyük bir kesimi cinsel olarak tatmin olmuştu; bir yumuşaklık, bir sevgi niteliği, bir zarafet vardı. Hindistan için savaşmak zordu. Ne için? Sadece kendini düşün: Eğer kavga etmek istiyorsan kendini cinsel olarak birkaç gün aç bırakacaksın. Muhammed Ali'ye ve diğer boksörlere sorabilirsin: Dövüşmeden önce birkaç gün cinsel perhiz yapmak zorundadırlar. Bu bir mecburiyettir. Olimpik yarışmacılara sorabilirsin: Olimpik yarışlara katılmadan önce birkaç günlüğüne kendilerini aç bırakmak zorundadırlar. O sana hamle kazandırır, o sana büyük bir saldırganlık verir, o seni savaşmaya muktedir kılar. Daha hızlı koşarsın, daha hızlı saldırırsın çünkü içinde enerji kaynıyor. Çünkü asker bastırılmıştır.

Sadece dünyadaki tüm orduların cinsel olarak tatmin olmasına izin ver ve barış olacaktır. Sadece insanların cinsel olarak tatmin olmasına izin ver ve daha az Hindu-Müslüman çatışması, Hıristiyan ve Müslüman Haçlı Seferleri olacaktır. Tüm bu saçmalık kaybolacaktır.

Şayet aşk yayılırsa savaş kaybolacaktır: Her ikisi birlikte var olamaz.

Bastırmak doğru yol değildir: Dönüştürmek doğru yoldur.

Hiçbir şeyi bastırma. Şayet cinsellik varsa onu bastırma aksi taktirde başa çıkması daha zor olan yeni bir karmaşa yaratacaksın.

Şayet sen doğal kendiliğinden cinselliğe gelebilirsen her şey çok basit olacaktır. Her şey o kadar basit olacaktır ki hayal bile edemezsin. O zaman enerjin doğaldır ve doğal enerji dönüşümün önünde hiçbir engel yaratmaz. Bu yüzden seksten süper bilince diyorum. Transformasyon ilk önce sen doğal varlığını kabul edersen gerçekleşir.

Doğal olan her şey iyidir. Evet, daha çoğu mümkündür fakat daha çoğu sadece sen doğanı bütünüyle kabul edersen, eğer onu kucaklarsan, eğer onunla ilgili hiç suçluluğun olmazsa mümkün olacaktır. Suçlu olmak, suçluluk hissetmek dindar olmamaktır. Geçmişte sana tam tersi söylenmiştir: Suçluluk duy ve sen dindarsın. Sana diyorum ki suçluluk duy ve asla dindar olmayacaksın. Tüm suçluluğu bırak!

Sen, Tanrı seni ne yaptıysa osun. Sen, varoluş seni ne yaptıysa osun.

Seks senin yaratımın değildir: O Tanrı'nın armağanıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder